SİLAH ÇEŞİTLERİ DOSYASI /// SADİ ÖZGÜL : SESSİZ SİLAHLAR

SADİ ÖZGÜLSESSİZ SİLAHLAR

Sessiz Silahlar; “Nöroteknoloji” (4)

Son yıllarda, yönlendirilmiş enerjinin sessiz silah haline getirilmesiyle ilgili endişeler giderek artıyor.

Nöroteknoloji’nin sadece hayatımızı kolaylaştıran bir araç değil, düşüncelerimizi hedef alabilen bir sessiz silah olduğu bir dünya hayal edin.

Mikrodalga frekansların geliştirilmesi ile, 5G ve 6G baz istasyonlarının dünyanın her yerinde mantar gibi ortaya çıkmasıyla birlikte, bunları sadece internet hızımızı, bağlana bilirliğimizi ve iletişim kalitesini artırmanın bir yolu olarak görmek doğru bir değerlendirme yolu olmayabilir.

– Ya bu kuleler bireyleri hedef almak için stratejik olarak yerleştirilmişse?

– Bu kuleler aslında düşüncelerimizi ve eylemlerimizi kontrol etmenin gizli bir aracı olabilir mi?

– Yoksa yaygınlaştırılmalarının ardında daha karanlık bir amaç olabilir mi?

Bilgilenmek ve tetikte olmak bizim elimizde. Çünkü teknolojinin sesiz silahlar haline getirilebildiği bir dünyada zihinlerimiz de tehlikede olabilir.

Bu soruların cevabını Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ebedi başkanı Klaus Schwab’nın 2018’de yayınladığı ve çığır açan “IV. Sanayi Devrimini Şekillendirmek” adlı kitabında bulabiliriz. Schwab kitabında özel bir bölüm olarak ayırdığı sayfalarında, teknolojilere nasıl değer katabileceğimizi, Nesnelerin İnternetinin potansiyelini, veri etiğinin önemini, yapay zekâyı, robotik ve Transhümanizm ile nöroteknoloji gibi alanlardaki inanılmaz gelişmeleri ve bu devrimsel gelişmelerin insanları nasıl değiştirdiği ve dönüşümün çeşitli yönlerini inceliyor.

İçinde yaşadığımız sürekli gelişen dünyada, gelecekteki savaşların fiziksel bir savaş alanında değil de, kendi beyinlerimizin sınırları içinde olduğunu fark etmek insanları uyarılması için elbette önemlidir.

Nedense böyle uyarı ve tehditleri abartı veya sansasyon olarak görüp geçiştiriyoruz. Belki de insanlığın içinde böylesine köklü bir kötülük olduğuna inanmak istemediğimiz içindir. Kayıtsızlaşır, mutlu bir cehalet içinde yaşamaktan memnun oluruz. Oysa gerçeği bilmek için çabalamamız gerekmez mi? Rahatlık ve gerçeklik arasındaki bu sınırı yıkmamız gerekmez mi?

Politikacıları manipüle etmek ve kontrol etmek için ultra kısa dalgaların kullanılması fikri, bilim kurgu filminden çıkmış gibi görünebilir, ancak gerçek şu ki, bu tartışılmış ve tartışılan bir kavramdır. Bu durum, teknolojinin eşi benzeri görülmemiş bir hızla ilerlemeye devam ettiği bir dünyada hepimizin karşı karşıya olduğu savunmasızlığı vurgulamaktadır. Bu dalgalar aracılığıyla insan beyninin manipüle edilebilmesi, teknolojiye artan bağımlılığımızın kendi zorluklarını ve potansiyel tehlikelerini nasıl beraberinde getirdiğinin sadece bir örneğidir.

Sonuç olarak ultra kısa dalgalarla politikacıların beyinlerini hedef alma fikri, kulağa zorlama bir gibi gelse de ilerleyen teknolojiyle ilişkili potansiyel riskleri hatırlatmaktadır. Sadece politikacıları değil, genel nüfusu da etkileyen bir depresyon atmosferi yaratma yeteneği, toplumun iyileştirilmesi için teknolojinin sorumlu ve etik kullanımının önemini vurgulayan uyarıcı bir düşüncedir.

Peki öyleyse, böyle bir teknoloji gerçekten de var mı?

2011/2012 yıllarında Pentagon’a bağlı Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı DARPA, Kaliforniya Üniversitesi ile “elektronik telepati” adını verdikleri araştırmalar için sözleşme imzaladı. Kaliforniya Üniversitesi, doğrudan bir kişinin beynine sinyal gönderme becerisini araştırmakla görevlendirildi. Bu distopik bir romandan fırlamış gibi görünse de DARPA ve Kaliforniya Üniversitesi’nin aktif olarak araştırdığı bir gerçektir. Teknolojik açıdan giderek daha da gelişmiş bir dünyaya doğru ilerlerken ve bu çalışmalarda ilerleme kaydedilirken bu tür çığır açan araştırmaların insanlık aleyhine altın vuruşlar yapabilecek sessiz silaha dönüştürülmüş olma ihtimalini göz ardı etmemek elzemdir.

Peki öyleyse, bu teknoloji ilk olarak nerede test edildi?

Havana Sendromu olarak bilinen gizemli bir dizi semptomun ortaya çıkması, ABD hükümet yetkililerini ve yurtdışında görev yapan askeri personelini şaşkına çevirmişti. Her şey 2016 yılında Küba’nın Havana kentindeki ABD ve Kanada Büyükelçiliği personelinin açıklanamayan semptomlar yaşadıklarını bildirmeleriyle başladı. Havana Sendromu olarak adlandırılan bu semptomlar ağrı ve kulak çınlamasından bilişsel işlev bozukluğu, duygusal travma ve korkular kadar vb. yan etkilerdi. Daha da endişe verici olan, bu garip fenomenin Küba sınırlarının ötesine yayılmış gibi görünmesidir. Sonrasında ise 2018’de Çin’deki ABD Büyükelçiliği personelinin de Havana Sendromunun kurbanı olduğu ortaya çıkmıştı. Herkesin aklındaki soru şu olmuştu“Bu esrarengiz rahatsızlığa tam olarak ne sebep oluyor?” Tabii ki elektro manyetik darbeli radyo frekansları sebep olmuştu.

Peki öyleyse, Küresel Şeytanlar bunları neden yapıyorlar?

Sürekli terör ve şiddetle dolu bir dünyada, bireylerin korkuya ve teröre alıştırılması hiç de şaşırtıcı değil. Bu korku sadece tanık olduğumuz vahşetin bir yan ürünü değil, daha ziyade bizi kontrol etmek ve manipüle etmek için hesaplanmış bir taktiktir. Sürekli terör bombardımanına tutulduğumuzda itaat etmeye, pasifleşmeye ve depresyona girmeye başlarız.

Bugün, nöroteknoloji’nin sessiz silahlar haline nasıl dönüştürüldüğünü görebiliyoruz.

Günümüz dünyasında, nöroteknoloji gizemli planı yavaş yavaş gözlerimizin önünde kendini gösteriyor. Bu plan 5G ve 6G’nin de devreye sokulması ile birleştirildiğinde endişe kaynağı haline geldi. Düşük seviyeli mikrodalgaların çeşitli kanser türlerinin ve löseminin ardındaki suçlu olduğuna inanılan Birleşik Krallık’taki hükümetlerde artan sayıda vaka, bu endişe verici iddiaları doğruluyor gibi görünüyor. Kulağa distopik bir romandan fırlamış gibi geliyor, ancak gerçek şu ki, bu sözde strateji istenildiği kadar tekrarlanabilir ve umutsuzluğa doymuş bir ortam yaratabilir. Teknoloji dünyasının ve onun yaşamlarımız üzerindeki etkisinin derinliklerine indikçe, beraberinde gelen potansiyel riskler önemli hale geliyor.

Küresel pandemide Covid19’a şifa olsun diye enjekte edilen mRNA’nı aşı adayı kimyasal sıvıların içinde manyetik iletkenlik özelliği olan Grafenoxit’in çıkması ise yaygınlaşan 5G ve 6G baz istasyonlarının yayacağı kısa dalgalarla insanlık aleyhine planlanmış herhangi bir karanlık müdahaleye karşı savunmasız hale getirebilmenin yanında nasıl ve ne zaman “vurduğunu” fark edememe tehlikesi oluşturabilir belki de. Bu fikir gerçekten tedirgin edicidir. İnsanların muhtemelen %90’nı, etraflarında gelişen küresel şeytanların karanlık planlarından habersiz olduğu bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz.

BM destekli kısa adı COP27 olan meşhur “Taraflar Konferansları” adı altında ülkelerin iklim değişikliği ve çevre konularını ele almak üzere bir araya geldiği yıllık bir organizasyon var. İlk konferanslarını yaptığı 1972 den bugüne gelinen süreçte iklim değişikliği konusunda kamuoyunun şekillendirilmesinde güçlü ve söz sahibi bir araç haline gelmiştir. Kasım 2022’de Mısır’da düzenlenen en son toplantıda, iklim değişikliğinin birincil nedeni olarak insan kaynaklı CO2 (karbon) emisyonlarına olan inancı pekiştirme geleneğini sürdürdü. Artık sıradan bireyler arasında bile, iddia edildiği üzere insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliği iddiasının doğru olup olmadığından şüphe duymayanları mumla arar olduk artık. Peki neden? Çünkü insanların beyinleri/zihinleri Nöroteknoloji ile kontrol altına alınmada mesafe kat edildiği içindir tabii ki.. Nadir bulunanlar ise bu gündemlerin seçkin bir azınlığın önce bozup sonra “biz düzeltiriz” dediği küresel meseleler üzerinde güç kazanıp, dünyayı kontrol için bir araç olduğunu savunmaktadır.

Beynimizi, zihnimizi hedef alarak, nasıl düşüneceğimize etki ettikleri nöroteknoloji bilimini artık göz ardı edemeyiz. Çünkü bir zamanlar dünya barışını refahını teşvik eden asil bir girişim olduğuna inanılan 2030 Gündemi, Küresel Şeytanların karanlık Gündemi olan Büyük Sıfırlama ile ürkütücü bir şekilde örtüşüyor.

Peki öyleyse, herhangi bir savaş alanı olmadan barışçıl yolla nasıl mücadele edilmeli?

  • Büyük Sıfırlama gündemiyle Dünya Ekonomik Forumu (WEF), uluslararası QR kod sistemiyle Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve 2030 Gündemiyle Birleşmiş Milletler (BM) gibi güçlü kuruluşlar tarafından desteklenen bu şeytani sistemin girişimlerinin hepsi birbiriyle bağlantılı olduğu ve insanlığı kontrol etmeye, köleleştirmeye yönelik daha büyük bir planın parçası olarak görülmelidir öncelikle.
  • Bireyler olarak düşüncelerimizi, eylemlerimizi kontrol ve manipüle etmeyi amaçlayan sessiz silahlar projelerini hayata geçirmeye çalışan Küresel Şeytanların varlığının farkında olmakla kalmayıp, çevremizi ve toplumları da farkında olmaya çağırmalıyız.
  • Küresel Şeytanların geçmişteki, günümüzdeki ve geleceğe yönelik gündemlerinin ardındaki gerçek niyetleri derinlemesine araştırılıp sorgulanmalı ve sonuçlar üzerine şeffaf açıklamalar yapmaya zorlanmalıdır.
  • Ana akım medya ya da hükümetler tarafından kendilerine aktarılan bilgileri körü körüne kabul edilmemeli. Bunun yerine kınayıcıların kınamalarına aldırmadan alternatif kaynaklardan gerçeği ortaya çıkarmak için kendi araştırmaları yapılmalı.

Gerçek bilginin gücüne inananlar, nöroteknoloji gibi beyinlerimizi hedef alan sessiz silahlara karşı savaşmaya ve mücadele etmeye kararlı olmalıyız. Ortak hedef ise dinine diyanetine bakmadan insanların barış içinde yaşanılan kollektif bir dünyayı yeniden var etmek üzerine olmalıdır.

İnsani ve İslami olan metot tam da budur.

Sadi ÖZGÜL