Japonya Neden ABD Müesses Nizamına Bu Kadar Bağlı ???
Jason Morgan (*) yazdı.
Japon siyasi eliti Amerikan emperyalizminin aşırılıklarını desteklemeye kararlı.
11 Nisan 2024’te Japonya Başbakanı Fumio Kishida, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’ndeki kürsüde durdu ve gülümsedi.
Az önce büyük alkışlarla karşılanan bir konuşma yapmıştı.
Japonya’daki coşkulu basın ayakta alkışladı.
Akademi Ödülleri’ndeki Sally Fields gibi Kishida da nihayet Tokyo’daki istekli Washington’lu arkadaşları adına şunu söyleyebildi: “Benden hoşlanıyorsun. Şu anda benden hoşlanıyorsun!”
Peki sevilmeyecek nesi vardı?
Kishida, Washington’un gezegendeki hegemonyasına bağlılık sözü vermek için “demokrasinin kalesine” gitmişti.
Elbette sıcak karşılandı.
Göründüğü kadar kolay değildi.
Kishida’nın bu Nisan ayında Washington’daki en büyük başarısı, çok uzun bir dizi hesaplı teslimiyetin doruk noktasıydı.
Kishida siyasi kariyerini bu bataklığa dalkavukluk yapmak üzerine kurdu ve bu Nisan ayında ülkesini ve vatandaşlarını Washington’un hizmetine sunduğunda bunun karşılığını aldı.
Kongrenin kubbeli yapısının altında, “Sizinleyiz” dedi. Biz Amerika’nın “küresel ortağıyız” diye devam etti.
Kishida’nın konuşmasının ana hatları, tıpkı ülkesinin anayasasının tamamı gibi, Amerikalılar tarafından yazılmıştı.
Ben her ikisini de utanç verici buluyorum.
Ve yine de bir zamanlar, uzun zaman önce, ABD-Japonya ittifakının bir savunucusuydum ve bunu Asya’da iyilik için bir güç olarak görüyordum.
İşte bu ruhla, Japonya’nın liderlerinden, Amerikalıların kendilerine dayattığı anayasayı gözden geçirmelerini ve böylece sonunda özgürlük ve demokrasi bayrağı altında sıraya giren güçlü uluslar arasındaki yerini almasını istedim.
Ancak Japonya’nın liderliği, Amerikan siyasi sınıfından bağımsız olmayı arzulamak şöyle dursun, Washington’un emirlerini nasıl daha verimli şekilde yerine getirebileceğinin planlarını yaptı.
2023 baharında, savaş sonrası Japon anayasasının 3 Mayıs 1947’de yürürlüğe girmesinin 76. yıldönümünü kutlayan bir etkinlikte, Tokyo’da anayasa reformu hakkında kısa bir konuşma yaptım.
O noktaya kadar ben buna şiddetle karşı çıkıyordum.
Ancak podyumda durduğumda, önümde Japonya’daki Amerikan yanlısı kültürün kremasını gördüm ve geleneksel anlayışımın üzerinde bir bulut geçti.
Orada, ön sırada, Washington’un liderliğini takip etmek için doğmuş gibi görünen gazeteci ve kanaat önderi Sakurai Yoshiko vardı.
Yanında, Şubat 2024’teki vefatına kadar Washington merkezli jeopolitiği Japon vatanseverliği olarak yutturma konusunda Sakurai’den bile daha yetenekli olan Takubo Tadae vardı.
Eski Savunma İdari Bakan Yardımcısı Shimada Kazuhiko vardı ve bugüne kadar Japonya’daki askeri-endüstriyel kompleksi daha da şişirmek isteyenler için hükümettekilerin şaşmaz adamıydı.
Ve eski Öz Savunma Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı ve şimdi emekli olan, birçok üyesi Amerikalı efendilerine itaat ederek yaşayan ve nefes alan köle askeri kurumunun keskin yüzü Iwata Kiyofumi vardı.
Japonya’nın iyiliği için mi yoksa Washington’un iyiliği için mi anayasal reformdan bahsediyorduk?
Konuşmam sırasında sahnenin üstündeki pankartı işaret etmek için arkama döndüğümde etkinliğin 25. kez gerçekleştiğini fark ettim.
Japonya’daki Washington yanlısı muhafazakarlar art arda yirmi beş kez Tokyo şehir merkezinde dev bir salon kiralamışlar ve burayı, Washington’dan dayatılan anayasa değişikliğine içtenlikle inanan (Sakurai Yoshiko ve Takubo Tadae öyle söylemişti) saf emeklilerle doldurmuşlardı.
Neden? Çünkü Washington onların dostuydu ve dünya net bir şekilde özgürlük ve demokrasi kampı ile Diktatör Putin liderliğindeki kamp arasında bölünmüş durumdaydı.
Tartışma, Japonya’nın Amerikan etkisinden kurtulması için değil, Amerikan çıkarlarını daha yüksek düzeyde takip edebilmesi için anayasanın değiştirilmesi gerektiği yönündeydi.
Kimse bunu bu kadar çok kelimeyle ifade etmedi.
Ancak anayasa reformu oyunu tam da bu şekilde işliyor.
Etkinlik, bizzat Başbakan Kishida’nın önceden kaydedilmiş video mesajı aracılığıyla varlığıyla süslendi.
Dev görüntüsü salonun köşesindeki bir ekrana yansıtıldı, ağzı anayasa reformunun yakında gerçekleşmesi gerektiğini ilan etmek için hareket ediyordu.
Sonuçta anayasal reform Japonya için bağımsızlığa giden hızlı yol değildi.
Japon düzeninin anayasada reform yapmasını, Amerikan boyunduruğunu üzerinden atmasını ve nihayet, neredeyse seksen yıldır yabancı bir güce utanç verici bir şekilde boyun eğmesinden sonra, dik durmasını ve kendi kaderinin sorumluluğunu üstlenmesini bekliyordum.
Ancak Washington’un kuklası Kishida’nın anayasayı değiştirmenin yararlarını tartışmasını izlediğimde, bu vizyonun ahmaklığı aşikar hale geldi.
Japonya’da çok sayıda vatansever muhafazakar var.
Ülkelerini içtenlikle seviyorlar ve Japon halkının hayatını daha iyi hale getirmek istiyorlar.
Ancak on milyonlarca kişiden oluşan bu iyi kalpli erkek ve kadınlar bloku, yalnızca Sakurai Yoshiko ve Takubo Tadae tarafından değil, aynı zamanda onların çıkarlarına hizmet ediyormuş gibi davranan medya ve düşünce kuruluşu kompleksi tarafından da acımasızca ihanete uğradı.
Ara sıra köşe yazarlığı yaptığım Sankei Shimbun, Washington’un her türlü emperyalist girişimine destek veriyor.
Sankei’nin aylık haber dergisi arkadaşı Seiron ise daha da kötü.
Sayfaları Washington propagandasıyla dolu; Amerikan yanlısı yazarları, Washington’un Japon siyasi yaşamının kaynağı ve zirvesi olduğuna ikna olmuş (ya da belki de ikna olmak için para almış).
Bu, sadece Soğuk Savaş sonrası dünyada yaşayan insanların yeni ve karmaşık gerçeklikleri, geçmişin jeopolitik dramalarına uydurmaya çalışmasıyla ilgili bir durum değil.
Bence bu, en iyi ihtimalle aktif bir yanılsama ya da şimdi şüphelendiğim gibi, Washington tarafından finanse edilen bir hile.
Gerçekleri açıklığa kavuşturmak Seiron’un var olmasının nedeni değil.
Amacı başka yerdedir.
Japonya’dan birisi, Joe Biden veya Tony Blinken gibi uygunsuz noktalar dile getirdiğinde, Seiron, Sankei Shimbun ve Japonya’daki Washington uşaklarından oluşan kalabalık muhalefeti bastırmak için acele ediyor.
Örneğin geçen yılın Ekim ayında Seiron, Washington yanlısı olağan şüphelilerin şu ya da bu Washington anlatısını sorgulayanların “komplo teorileri” ile suçlanmalarıyla dolu bir sayı yayınladı.
Mabuchi Mutsuo özellikle sert muameleye maruz kaldı.
Mabuchi, Ukrayna hükümetinin yozlaşmış olduğunu ve oradaki savaşın Washington’ın inanmamızı istediğinden çok daha karmaşık olduğunu kamuoyu önünde söylemeye cesaret etti.
Mabuchi’nin bir zamanlar Japonya’nın Ukrayna büyükelçisi olduğunu boş verin.
Washington’un propagandasına uymayan herkes, Washington’un medyadaki kuklaları tarafından ulusal söylemden dışlanıyor.
Seiron, Dışişleri Bakanlığı’nın Doğu Avrupa hakkındaki peri masallarında delikler açan sinir bozucu muhalif Mabuchi’yi usulüne uygun olarak ‘iptal’ etti.
Peki bu nasıl oldu?
Bir zamanların gururlu ülkesi nasıl oldu da Washington DC’dekilerin minnoş kucak köpeği haline geldi?
Cevap çok basit.
Savaş sonrası erken dönemde Japon toplumunda, Başbakan Yoshida Shigeru’nun örneklediği, kendi vatandaşlarının köleleştirilmesi konusunda Amerikalılar için çalışmaya fazlasıyla istekli bir kesim vardı.
Amerikalılar geniş çaplı bir sansür kampanyası başlattı.
Bunu yapanlar binlerce ve on binlerce Japon işbirlikçisiydi.
Japonlar postalarını büyük odalarda açıyor, yeni mavi gözlü derebeyleri hakkında herhangi bir şüphe belirtisi bulmak için günlük yazışmaları tarıyordu.
Bu sözde özgürlük ve demokrasiydi, Amerikan tarzı ya da başka bir şeydi.
Washington’un niyetlerinin saflığı hakkındaki dersin Hiroşima ve Nagazaki’de ya da Tokyo’ya atılan yangın bombaları sırasında öğrenildiği düşünülebilir.
Ama hayır. Quislingizm (İşbirlikçilik anlamındaki bu kelime, İkinci Dünya Savaşı sırasında yerel bir Nazi işbirlikçi rejimine başkanlık eden Norveçli savaş zamanı lideri Vidkun Quisling’in soyadından geliyor) sonsuzdur.
Yenilen ve işgal edilen Japon nüfusu arasında yıkıcı düşüncelerin, özellikle de bağımsızlık düşüncelerinin su yüzüne çıkmamasını sağlamak için Amerikan askeri hükümeti için çalışan bir Japon ofis çalışanı ordusu vardı.
Japon nüfusunun bir zamanlar Washington’a hizmet eden kesimi, başkalarını da aynı şeyi yapmaya teşvik etti, ta ki 2024’te Seiron ve Sankei Shimbun’un, (tıpkı yabancıların geri dönüp kendilerini tebrik etmelerini bekleyen Asyalı Gizli Hıristiyanlar gibi), Washington inancını korumaya devam ettikleri görülene kadar.
Onlarca yıldır Japonya, ne liberal, ne demokratik ne de siyasi bir parti olan Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) siyasi kontrolü (cömert CIA finansmanıyla) altındaydı.
Bu parti, Japonya’da Washington yönetiminin bir aracıdır.
Arimura Haruko ve Aoyama Shigeharu gibi LDP’li politikacılar inatçı muhafazakarlar gibi davranıyorlar, ancak her ikisi de asıl işi ülkelerini Amerikan gücüne satmak olan ucuz Benedict Arnold’lar (Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında görev yapmış, Amerika doğumlu bir subay. Amerikan Kıta Ordusu için ayrıcalıklı bir şekilde savaştı ve 1780’de döneklik ederek İngilizlere sığındı).
Liderleri Doğulu Zelensky olan Başbakan Kishida’dır.
Ancak Washington ve onun Japonya’daki araçları ne kadar çabalarsa çabalasın, Washington’dan bağımsızlık (savaş sonrası son tabu) uyanışları devam ediyor.
Geçenlerde Haraguchi Kazuhiro ile tanıştım.
Haraguchi, Japonya’daki muhafazakarların alay etmeyi sevdiği solcu bir parti olan Japonya Anayasal Demokrat Partisi’nin (CDP) bir üyesidir.
CDP’nin pek çok aptalca fikri var ama Haraguchi’yi dürüst bir adam olarak tanıyorum.
O, tüm Japonya’daki beş vatanseverden biri olabilir (Saydığıma göre diğer dördü Suzuki Muneo, Sugita Mio, Ishiba Shigeru ve Kamiya Sohei).
Haraguchi birkaç gün önce bana Blackrock’un Japonlardan para çalmasını zorlaştıracak şekilde mevzuatta değişiklik yapma çabaları hakkında bilgi verdi (Blackrock CEO’su Larry Fink, elbette Kishida’nın Nisan ayında Beyaz Saray’da verdiği devlet yemeğinin konuk listesindeydi).
Şok edici bir konuşmaydı.
Mesele sadece Washington’un Japonya’yı bir sonraki sonsuza dek sürecek savaşına dahil etme çabası ve Japon liderlerin işbirliği yapması değil.
Washington’un bankacıları şimdiden parmaklarını Japon halkının cüzdanlarına sokmaya başladı.
Ve Japonya’daki neredeyse herkes -kendi deyimiyle “muhafazakarlar” da dahil olmak üzere- arkasına yaslanıp bunun gerçekleşmesini izliyor.
Birçoğu bunu teşvik ediyor.
Bu mide bulandırıcı plan, Japonya’daki sahte muhafazakar medya tarafından destekleniyor.
Yukarıda adı geçen Sankei Shimbun ve Seiron, Vichy (Nazi işbirlikçisi Fransız Başbakan) türünün klasikleridir, ancak çok daha fazlası vardır.
Uzmanlar aynı Amerikan yanlısı saçmalığı pazarlamak için internet sitelerine akın ediyor.
Amerikan medyası da bu koroya katılıyor.
Son zamanlarda (Siyonist bir katil olan. Nikaragua’da kontralarla çalışan. HV) Washington’un Tokyo’daki büyükelçisi Rahm Emanuel, Çin dehşeti tiyatrosunu oynuyor.
Ayrıca Kuzey Koreli ajanlar tarafından kaçırılan Japonları eve getirme çabalarına da dahil oldu.
Emanuel’in Japonya’yı Çin’den korumak ya da kaybolanları ailelerine kavuşturmak gibi bir amacı yok elbette.
Japonya’ya, Amerikan garantisi olmadan güvende olmadığını hatırlatmak, Tokyo’yu sonsuza dek Washington’un kontrolü altında tutmak için mükemmel bir elemandır.
İki yılı aşkın bir süre önce Ukrayna’da savaş patlak verdiğinde, Washington’un Japonya’yı kurnazca tehdit edecek başka bir korkunç yüzü daha vardı: Vladimir Putin’in yüzü.
Birkaç yıl önce bir akşam yemeğinde Sakurai Yoshiko’nun, Japonya’nın Ukrayna’da Batı ile omuz omuza durması gerektiğini haykırdığını duydum.
Ve o zamandan bu yana Ukrayna’yı güçlendirmenin dışında çok az şey yaptı.
Ancak Sakurai’nin Ukrayna dolandırıcılığında, onun gerçek doğası görülüyor.
Ocak 2024’te Sakurai Yoshiko, eski Japonya Hava Öz Savunma Kuvvetleri generali Orita Kunio’nun provokasyonu ortaya çıktığında kendini internetin sıcak sularında buldu.
Orita, Japonya’daki gençlerin anavatanları için ölmeye hazır olup olmadıklarını retorik olarak sormuştu.
Sakurai bunu internette tartışarak Orita’nın fikrini ikiye katladı.
Reaksiyon yakıcıydı.
“Önce sen” muhtemelen en yaygın yanıttı.
Birkaç gün önce Orita ile aynı sahneyi paylaşma fırsatım oldu.
Sankei Shimbun ve Seiron’u Washington’un kuklaları olarak eleştirdim.
Halen Sankei için yazan ve Seiron’dan büyük ödül kazanan Orita, gazetecilik kuruluşlarını savundu.
“Beni asla sansürlemiyorlar” diye karşılık verdi.
Bu kadar sert bir yanıt vermek zorunda kaldığım için üzgünüm ama şöyle dedim: “Çünkü onlar için yazdıklarınız tam olarak Washington’un duymak istediği şeyler.”
Ben de o gün Japon halkının kendi vatanı için savaşıp savaşmayacağı konusunda endişelenmeye gerek olmadığını söyledim.
Kishida’nın bundan sonra Japon halkının Washington’un savaşlarında öleceği şekilde düzenleme yaptığını söyledim. Veya daha doğrusu Blackrock için.
Yıllarca Japonya’yı bağımsızlığını kazanmaktan alıkoyan tek şeyin Washington’un dayattığı savaş sonrası anayasası olduğunu düşündüm.
Şimdi ben ve Japonya’da giderek artan sayıda vatansever, Japonya’yı Washington’un küresel girdabına kapılmaktan alıkoyan tek şeyin, Amerikalı efendilerine göre Japon halkının savaştan sonsuza kadar vazgeçtiği aynı kağıt parçası olduğunu iddia ediyoruz.
Bu anayasa olmasaydı, Sakurai ve Orita gibi insanları ve Japonya’daki Amerikan yanlısı rejimin geri kalanını, Japonya’nın oğullarını ve kızlarını bir sonraki küreselci katliama göndermekten alıkoyacak hiçbir şey olmayacaktı.
Acı bir ironi ama bu noktada Washington savaş makinesi ile onun neden olduğu daha fazla masum Japon ölümü arasında kalan tek şey var, o da mevcut anayasa.
Bu küresel ortaklığın trajedisidir.
Japonya 1945’te her şeyini Amerikalılara kaptırdı.
Hala bağımsızlığına sahip değil.
Halen aşağılanmış halde Washington’un himayesi altında.
Şimdi Washington’lu Kishida’nın hükümdarlığıyla birlikte Japonya halkı her şeyini yeniden kaybetti.
Artık kendilerine ait bir ülkeleri yok ama en azından daha iyi bir yarına dair umutları olabilir.
Japonya’nın başbakanlık ofisindeki “küresel ortağı” sayesinde gelecekleri Washington ve Wall Street’in ipoteği altına alındı.
Japon halkının tekrar Washington’un keyfine göre ölmeye başlaması an meselesi gibi görünüyor.
***
KAYNAK: https://www.theamericanconservative.com/japans-subordination-to-washington-is-a-disgrace/
***
(*) Jason Morgan, Japonya’nın Kashiwa kentindeki Reitaku Üniversitesi’nde doçenttir.