İŞ DÜNYASI /// Seçil Yurtseven : Beyaz yakalının çıkmazları

Seçil Yurtseven : Beyaz yakalının çıkmazları

Dört duvar arasına sıkışan, maillerle boğuşan, bilgisayarıyla bitişik yaşayan, yöneticiden gelen baskıyı yumuşatan ve izinlerini istediği tarihe ayarlamak için bin bir çeşit varyasyon deneyen bir beyaz yakalının aklındaki o çıkmaz.

  • Bir beyaz yakalının gününün çoğu kahve içmek,
  • iş yetiştirmek,
  • molaya çıkmak,
  • yeniden iş yetiştirmek,
  • molada sigaraya çıkmak,
  • sigara içerken kısa sohbetler etmek,
  • sigara içmiyorsa sigara içenlere uyuz olmak,
  • kahve içmek,
  • gelen mailleri yenilemek,
  • biraz Linkedin’de takılmak, kimler terfi almış, kim ne paylaşmış bakınmak,
  • yeniden işlere konsantre olmaya çalışmak,
  • sırada sosyal medyada insanların haftasonu yaptıklarına bakıp yuh bu da sürekli tatile gidiyor demek,
  • gün sonu gelirken arada saati kontrol etmek,
  • yoğunluktan başını kaşıyamayacak kadar üstünde iş birikmişken; bazı kişilerin kontrolsüz konuşmalarına maruz kalıp sakin kalmaya çalışmak,
  • bazen su içmeyi unuttuğu için kendine kızıp ‘su içme hatırlatıcı uygulamaları indirmek, o uygulama su içmeyi hatırlattığında telefonunda biriken bildirimler yüzünden onu da görmeyip yine su içmeyi unutup sonrasında bu uygulama işe yaramaz diye o uygulamayı silmek,
  • her pazartesi yeni kararlar alarak hayatına çeki düzen vermek istemek, pazartesilere spor, diyet, kitap okuma, bazı kültürel aktivitelere katılma, yoga gibi kendine iyi gelecek meditasyonlar yapma kararı alarak başlayıp; yine aynı pazartesi işlerin baskısı; üzerinde hissettiği mobbingler ile kararlarını uygulayamadığı bir hafta ile baş başa kalmak….

Böyle geçiyor…

Dün bir arkadaşımla buluştum, beraber yemek yedik. Kendisi benim çok saygı duyduğum bir büyüğüm, inşaat sektöründe dünyaca ünlü bir inşaat firmasının Türkiye CEO ‘su, aynı zamanda yönetim kurulunda görev alıyor…

Özgeçmişi çok güçlü, yıllardan beri üst düzey yönetici, yine dev bir firmadan buraya transfer oldu hatta geçişi baya gündem yaratmıştı, milyar dolarları yönetiyor.

Çok kariyerli, aynı zamanda saygın bir insan, zel yaşamında da dengeleri sağlamış. İki kız evladı var, eşi de farklı bir şirketin insan kaynakları müdürü. Tahmin edeceğiniz gibi oldukça lüks bir aracı, şoförü var, dünyanın her yerine Business bilet ile uçuyor, her gittiği yerde en iyi otellerde konaklıyor, çok iyi ağırlanıyor, aldığı maaşın haricinde yıl sonunda şirketten çok büyük pay hak edişleri var, yaşadığı evin kirası aidatı, çocukların özel okul masraflarına kadar akla gelecek çok şey şirket tarafından karşılanıyor. Aslında, para harcayacak bir yer bulamıyor…

Bu arkadaşımdan ismini ve çalıştığı firma adını paylaşmadan; hikayesini direkt – değiştirmeden yazma izni aldım. O da benim pazar bültenlerimin abonesi ve çok seviyor, genelde ekran görüntüleri alıp uçaktayken okuma yapıyormuş, bugün İzmir’deki havuzlu villasında okuyor olacak. Az evvel konuştum, senin hikaye yayımlanıyor birazdan dedim. 🤗

İstediği her yerden çalışabilme özgürlüğü var; işleri yolunda olduğu sürece, kimsenin ona soru sorduğu yok. Tatillerini kendi planlıyor, aslında bir çok beyaz yakalının yakındığı çok şeyden uzak görünüyor.

Dün güzel manzaraları, sevdiğim bir restoranda yemek yedik. Bugün bu yazıyı yazacağımı; bana iş yaşamında yaşadığı sorunları anlatmasını istedim. Hiç daha önce bu konuyu konuşmamıştık. (Normalde her buluştuğumuzda dünyanın neresine gitmeliyim, orada ne yapabilirim, ekibi nasıl daha mutlu ederim, şirket yönetirken stres yönetimi nasıl olur gibi ondan edineceğim bilgiler için sürekli kendime bir şeyler almaya çalışırım, o da sabırla anlatır…)

Çünkü onun ne sorunu ne derdi olabilirdi ki? Herkes ‘o’ olmak isterdi…

İzmirli olduğu için İzmir’de yaşamaya devam etti hep. Şirketin merkezi zaten İngiltere’de, onun için burada, nerede yaşadığının bir önemi yok. İsterse Malatya’da ya da Antalya’da da yaşayabilir. Uçuş kolaylığı için İstanbul’da yaşamayı denedi bir süre ama alıştığı İzmir’den vazgeçemeyip yeniden döndü buraya.

İşine aşık, çok severek çalışıyor, oldukça memnun şartlarından, zaten! Ama, hep aklında kendi işini yapmak var.

Direkt onun sözleriyle aktarmak istiyorum,

‘Burada sonu yok, bir sonraki pozisyon için ülke değiştirmem gerekir, ama zaten şartlarımın daha iyi olmasına ihtiyacım yok. Üzerimde inanılmaz yükler var, çok ciddi bir hacim yönetiyorum. Amacımı tamamlamış gibiyim, ama emekli olacak yaşta ya da hissiyatta da değilim. Hayatım boyunca hep çalıştım ve karşılığını aldım ama günün sonunda hep ‘başkası için çalışmış olma’ ciddi beni yiyip bitiriyor. Edindiğim tecrübeler, network, iş yönetim tarzı ve aldığım eğitimlerle kendi işimi yapsam çok daha mutlu olacak gibiyim. Motivasyonumu hiç bozmadan her gün işe koşarak gidiyorum, ama aklımda hep bu sorular dönüyor. Ya kendi işimi yapsam, daha iyi olmaz mı? Kendi işimi yaptığımda kendime ayırabileceğim vakti daha iyi değerlendirebilirim, ayrıca burada her zaman bir sınır var. Uzaktan bakınca öyle görünmüyor olabilir, ama elbette sınırlarımız var. Ben kendi sınırlarımı çizmek istiyorum…’

Bahsettiği şey sadece maddi değildi, aynı zamanda hissiyatlardan bahsediyordu. Uzun zamandır hiç böyle düşünmemiştim. İnsanların sahip olduklarına bakıp oradan asla vazgeçmek isteyeceklerini düşünmeyebilirsin. Çünkü onun bulunduğu şartlarda ve o pozisyonda bir insan, oraya çok zor ulaşıyor ve kaybetmek istemiyor. Aslında tam olarak öyle, kaybetmek de istemiyor. Ama aklını kemiren bu düşüncelerden de kurtulamıyor.

İnsanın içinde ‘kendi işini yapmak’ (ki bunu basitçe tarif ettim, bir çok farklı adı var) varsa insan bu dürtüden uzaklaşamıyor.

Ben henüz 22 yaşımda bir beyaz yakalı olarak çalışırken, uzun saatler araç kullanırdım. Araba kullanırken, bir de yalnızsan insan hep düşünüyor… Ne olacak, ne yapacağım, bunun sonu ne vs… Ben de o zamanlar maaşım, aldığım primlerle ayın sonunda çok iyi kazançları olan genç bir mühendis olarak hep şunu düşünürdüm, zamanımı ne kadara satıyorum? Benim 1 saatlik çalışma ücretim ne? Sonra zamanımı bir başkasına satıyor olduğumu düşünmek beni çok rahatsız etti. Çünkü ben, bana göre o saatte çok daha yüksek kazanç elde edebilir, hatta karşılığı parayla alınamayacak deneyimler kazanabilirdim. Bu duygular kimi zaman benim gibi 22 yaşında yeni mezun olmuşken, kimi zaman 40 yaşında çok iyi bir pozisyonda müthiş bir kariyer sahibiyken insanı sarabiliyor.

Yaşın ne önemi var ki? İnsan ne zaman karar verirse o zaman doğru zamandır. Ancak 2. ihtimali öğrenmenin tek bir yolu var. Denemek! Adım atıp denemeden ve bazı kararlar almadan hiç bir zaman içindeki o bastıran duyguların sana söylediklerinin gerçek olup olmadığını öğrenemezsin.

Tüm bunlar seçimlerimiz. Seçimlerinden mutlu olan insanlar ve seçiminden mutsuz olup başka bir yol seçmek istemesine rağmen buna karşı gelip diğer seçeneği hiç göremeyecek insanlar var.

Bu pazar, seçimlerin bizim olduğunu bu seçimlerin sonucunda da gelenlerin bize yetip yetmediğine yine kendimiz karar verelim. İnsan, seçimleriyle var oluyor.