DEVLET KURUMLARI DOSYASI /// Hanefi Avcı Uyardı : Devlet İçinde Çeteleşme ve Liyakat Krizi

Hanefi Avcı Uyardı : Devlet İçinde Çeteleşme ve Liyakat Krizi

Ağustos 29, 2024

***

Hanefi Avcı‘nın T24’ten Gökçer Tahincioğlu’na verdiği bu röportaj, Türkiye’deki güvenlik ve yargı kurumlarının mevcut durumu hakkında önemli iddialar içeriyor. Avcı, geçmişten günümüze uzanan devlet içindeki gruplaşmalara ve çıkar ilişkilerine dikkat çekerek, bu durumun emniyet teşkilatında derin bir bozulmaya yol açtığını belirtiyor. Bu noktada, devletin kendini koruma refleksi ile cemaatler ve mafya grupları arasında sıkışıp kalması oldukça düşündürücü bir tablo sunuyor.

Özellikle cemaatlerin ve tarikatların devlete sızma süreçlerini, siyasi iktidarların bu yapılarla kurduğu pragmatik ilişkileri ve bugün gelinen noktada MHP’nin emniyet içerisindeki etkisini gözler önüne seriyor. Avcı’nın değerlendirmeleri, devletteki liyakat sorununu ve atamalarda siyasi grupların etkinliğini sert bir şekilde eleştiriyor. Bugün emniyetteki atamalar ve terfilerde liyakatin değil, siyasi veya dini yakınlıkların ön planda olduğunu vurgulaması, devlet kurumlarının işleyişine yönelik derin bir güven kaybının habercisi olarak okunabilir.

Avcı’nın röportajında dikkat çeken bir diğer nokta ise, mafya ile emniyet mensupları arasındaki ilişki. Susurluk skandalından bu yana mafya-devlet bağlantılarının daha da derinleştiğini belirtiyor. Bu, hem kamuoyunu rahatsız eden bir gelişme hem de hukuk devleti ilkesinin yara aldığını gösteriyor. Organize suç örgütleriyle mücadelenin ciddi boşluklar barındırdığı ve bu boşlukların emniyet teşkilatını zayıflattığı gerçeği, toplumsal huzur açısından tehlike sinyalleri veriyor.

Son olarak, Avcı’nın devletin gücünü cemaatler ve tarikatlar üzerinden sağlamaya çalıştığını ima etmesi, gelecekteki olası güvenlik zaaflarını işaret ediyor. Bu, devletin kurumsal bütünlüğünü ve tarafsızlığını koruma mücadelesinde daha şeffaf ve liyakate dayalı bir yapıya ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor.

Hanefi Avcı’nın T24’ten Gökçer Tahincioğlu’na verdiği bu röportaj’dan bir bölüm sunuyorum.

Emniyetin ve yargının içinde bulunduğu durumu sorarak başlamak isterim. Tarikatların egemen olduğu iddiaları, suç örgütleriyle bağlantı iddiaları… Geçmişte de bu iddialar vardı ama böyle bir yoğunluk görünmüyordu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu andaki emniyetin fiili durumunu çok iyi bilmeyebilirim, çünkü kişisel bir temasım yok. Ayrıca benim tanıdıklarımın çoğu da emekli oldular. Ama buna rağmen olup bitenleri geçmişte emniyette çalışan biri olarak kendi açımdan değerlendirebiliyorum. Şöyle bir şey, bu her zaman da böyledir emniyet içerisinde. İşin ana gövdesi, yüzde 80’i aslında klasik ve standart şekilde çalışır. Burada yüzde 20’lik kısımda sorun vardır. Yani burada demin saydığınız gibi belli insanlar etrafında kümeleşenler, menfaat grupları, dini gruplar veya siyasetle ilişkisi olanlar o yüzde 20’lik kısımdadır. Ama daha önceden kamuoyunu rahatsız eden, gündeme gelen, konuşulanlar da onlardır zaten.

Biraz da kritik birimlerde olanlar onlar…

Yani biraz kritik, bazı davalar kamuoyunu çok ilgilendiriyor. Oradaki isimler önemli. Şimdi nasıl cemaat döneminde devletin dışında bir grubun yönettiği bir emniyet mekanizması vardı. Cemaatin dışındaki yüzde 80’lik kısım normal çalışırken, o kesim siyasi soruşturmaları, muhaliflere yönelik operasyonları yaptı, hepsi cemaatin kontrolündeydi. Polis cemaatin kontrolünde, yargı cemaatin kontrolünde ama hepsi de bir sivil imamın kontrolündeydi. Bakanın varlığı çok önemli değildi. Savcı çok önemli değil, vali de çok önemli değildi. Emniyet müdürü de ikinci plandaydı. Bir emniyet amiri savcı ve hâkimi yönlendirebiliyordu. Öyle bir devlet vardı. O zaman devletin genel ruhunda da bu vardı. Mevcut hükümet sayesinde oralara yerleşmişler. Mevcut hükümet niye bunları bu kadar şımarttı dersen mevcut hükümetin de yaşadığı bir süreç var işte. İktidara geliyor ama iktidar olamıyor, muktedir olamıyor. Bugüne döndüğümüzde ise hükümet bir anda kendisi için tehlikeli bir grupla karşılaştı. Cemaat var, baktı ki ciddi tehlike. Direkt kendine yönelmiş işte… Polisle, yargıyla darbe yapmış, olmamış ve en son askerle fiili darbeye kalkışmış. Ne yaptı hükümet? Bu adamlara karşı bir savaş açtı. Bunu yaparken de artık bu tehlikenin devam ettiğinin farkında. Ne yapacak? Bu sefer tüm devlet imkanlarını, gücünü kullanarak bu adamlara bir cephe oluşturdu. Dedi ki cemaatle mücadelede kim lazım?

“Hükümet, sokağa ait bir grubun hep yanında olmasını istiyor”

Daha önce cemaatin karşısında olmuş, cemaatin hedefi haline gelmiş kişileri kullanmaya kalktı. İşte ülkücü, milliyetçi insanlar o zaman cemaatin hedefi. Onları yanına almaya çalıştı. Farklı tarikatlar, cemaatler ve dini grupları yanına aldı ve onlar da bu cemaat gücüne karşı yapılan operasyon, çalışmaların tüm boyutunda yer aldılar. Hükümet halen o tehlikeyi kendinde var hissediyor. Diyor ki “Halen bir cemaat tehlikesi var, o zaman ne yapacağım, ben kendi etrafımla dayanışacağım.” Diyor ki “Sadece devletle olmuyor bu iş.” Kendi kurtulurken devlet dışındaki güçlerin de kurtardığına inanıyor. Onun için sokağa ait bir grup her zaman kendi yanında olsun istiyor. Adını duyduğumuz cemaatin dışındaki tüm diğer cemaatlerin, tarikatların ve dini küçük grupların yanında olduğu inancında. Onlarla böyle bir dirsek teması var. Siyasi temas, insani temas ama geri planda da daha sonra devlet teması, devletin imkanlarını verme, devletin kadrolarını verme, devlette her türlü nimet verme devam ediyor. Tercihini de o yönde kullanıyor. İmkânları varsa onların şirketlerini kullanıyor. Bu hükümetin tabiatından kaynaklanan bir şey. Bu böyle tavır aldığı için bütün devlet kademeleri de böyle olmak mecburiyetinde. Yani bir yönüyle hükümete bağlı siyasi olarak veya inanç düşünce olarak kendi grubuna kendi tarikatına bağlı bir yapı oluşturdu.

“Bu olduğu müddetçe devlet yapısı rayına oturamaz”

Bu yapıdaki insanların devlet içinde yaratacağı sorunlar bellidir. Devlet hiyerarşisi bozulur. Yani memurlar yüzde 50 oranında kendi amirlerine, yüzde 50 oranında ise diğer gönül bağı olan grupların tavırlarına, kararlarına düşüncelerine göre hareket etmeye başlarlar. Zaten ideolojik olarak düşünen gruplarda öyledir. Milliyetçi kesim, ülkücü kesim. O da kendi siyasi anlayışına yakınlık ya da bağımlılık gösterir. Şimdi bu yansıma şu anda emniyetin önemli kadrolarında mutlaka vardır. İllerde biraz daha zayıftır. Siyasi iktidar buraya hem oy potansiyeli olarak hem de bir tehlike oluşursa yanında bir güç olarak bakıyor. O travmanın etkisini kısa bir zamanda atamayacağı kanaatindeyim yani. Bu olduğu müddetçe Türkiye devlet yapısı rayına oturamaz. Devletin sistemleri çalışamaz. Belli oranda olur ama belli oranda da bu insanlar kendilerini buraya taşıyan, atamada, terfide imkân sağlayan bu grupların etkisi altındadırlar. Onların tavsiyelerine, telkinlerine bağlılıkla… Oraya bilgi verirler, ora sorarsa bilgi alıp, onlara verirler. Normalde bizim zamanımızda emniyette böyle bir şey olmazdı.

Aslında o zaman da cemaat etkindi.

Cemaat etkinliği daha zayıftı. Belki bilgi aktarımı vardı ama daha dardı. Yürütme olarak fiili öyle bir şey yoktu. 2005’lere kadar… 2004’ler ve öncesinde cemaatin böyle dayatma şeklinin çok daha az olduğu kanaatindeyim. Ama ülke genelinde kendi adamını sokma, kendi adamlarını koruma, kendi adamlarını yükseltme diye bir şey vardı, hedefi oydu. Ama devleti yönetme diye bir şeyleri yoktu. Ama sonra mesela artık Güneydoğu’da operasyonları yönetmeyi düşündüklerini hissettim. Cemaat, “PKK’ya karşı operasyonları ben yaparım” demeyi düşündü. Bütün bu Silivri operasyonları sonra… Hepsi artık bütün çalışmaları devletin kendi hukukuna, kendi hesabına göre değil, cemaatin hesabına, cemaatin menfaatine göre yönettiler. Birinci hedef cemaate muhalif olanlar, cemaate karşı çıkanlardı. Cemaatin önünü kesmeye çalışanlar birinci hedef seçildi. Suçlu olmayanlar bile suçlu hale dönüştürüldü. Kendilerine muhalif kim var, onları temizlemek. Yani mesele oradaki darbeci zihniyeti önlemek değil özellikle cemaate karşı olanları yontmak istediler. Poliste de yine aynı şekilde kendilerine muhalifleri temizlemeyi düşündüler. Tabii ki onların gücü olunca da bütün devlet kadrosu bir güce doğru meyletti. Yani emniyette bugün konuşulduğu kadar, yüzde 25, yüzde 30 cemaatçi olduğunu hiç tahmin etmem. Ama terfiyi, tayini, atamayı görevleri cemaat atayınca büyük bir kadro onlara yanaştı. Çünkü insanlar kendi menfaatlerini düşünüyor. Herkes “Ben cemaatçiyim” dedi ve onların yanına kümeleştiler. Gerçek yüzde; yüzde 5, yüzde 10… Geri kalan hepsi güç olduğu tarafa yöneldi. Bugün de ne oluyor, kim tayin terfi yapıyorsa insan o tarafa yöneliyor.

“Tayin, terfi, atamalarla hep MHP uğraşıyor”

Bir de bunun mafya boyutu var tabii.

Şimdi tabii ki mevcut hükümetin ölçüleri var. Tayin atamayı hükümet çıkarıyor ama imzayı arttıran güç kim? Eğer insanlar çalışmaları nedeniyle atanıyorsa sorun yok. Ama ölçü bu değil de dışarıdaki bir cemaat, bir grup, tarikatın etkisi varsa, herkes safını belli etmeye başlar. Şu anda insanların zihninde şu var. Yüzde 50, 60’ı şunu düşünüyor; tayin, terfi, atamada çalışma ve başarıdan çok bu gruplara yakınlık etkindir. Bunlar siyaset üzerinde etkinler bu siyaset üzerinde tayinleri çıkarabiliyorlar. Buna inandıkları için o tarafa doğru yoğunlaşmaya başladı. İşte şimdi diyorlar ki hükümet içerisinde AK Parti kadar MHP de etkin. Bu sefer MHP’ye yanaşmaya başladılar. Emniyetin bazı sorunları MHP’ye taşındı. Tayinler, terfiler ve atamalar hep MHP uğraşıyor. Niye, çünkü kadro oraya geliyor.

Röportaj’ın tamamı için tıkla:  t24.com.tr