Cumhuriyetin İlanına Giden Süreç ve Tepkiler
Cumhuriyetin ilanı ve olgunlaşma süreci, fikir ayrılıkları, yeni rejim. “Yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet.” Cumhuriyetin kurulma sürecinin perde arkası.
Konuk Yazar
27 Ekim 2023
***
Mahmut Koçak’ın Mozaik Kültür dergisinin 1. sayısında yayınlanan “Cumhuriyetin İlanına Giden Süreç ve Tepkiler” adlı makalesini sizlerle buluşturuyoruz.
Mozaik Kültür dergisinin ilk sayısını okumak için buraya (Yandex Disk) ve buraya (Google Drive) tıklayabilirsiniz.
Özet
Cumhuriyetin ilanı ve olgunlaşma süreci Milli Mücadele’de birlikte hareket etmiş isimleri fikir ayrılığına düşürmüştür. Bazı muhalif kişiler cumhuriyetin ilan ediliş şekline karşı olumsuz yorum yapmıştır. Bazıları ise tamamen cumhuriyet fikrine karşı çıkmıştır. Belirli bir amaç uğruna hareket etmiş kişilerin sonradan fikir ayrılığı yaşaması dönemin şartları itibariyle ele alınarak değerlendirilmiştir. Yeni bir rejimin oluşturduğu sorunlar olmuş fakat zamanla yerleşmiştir. Mustafa Kemal de cumhuriyetin zamanla yerleşmesi ve insanların alışması için belirli bir dönem İstanbul’a gelmemiştir. Çünkü İstanbul’da belirli bir muhalefet mevcuttur ve Cumhuriyet ideolojisini eleştirmektedir. Muhalefet tamamen İzmir Suikastı davası ile son bulmuştur.
Cumhuriyetin İlan Süreci
Tarihte merkeziyetçi olarak gördüğümüz Osmanlı toplumunda egemenlik anlayışı çağın gereği olarak tanrısal nitelik taşıyordu. Hükümdara Tanrı tarafından verildiği düşünülen yönetme yetkisi toplum düzenine yansımıştı. Öyle ki çok uluslu olan bu toplumun yapısına cumhuriyet gibi bir rejimin oturtulamayacağı Namık Kemal’in de savunduğu bir fikirdi. Başlarda “ulusal egemenlik” kavramıyla gündeme gelen bu düşünce ile gerçekte cumhuriyet kastediliyordu. Arapça kökenli cumhur sözcüğü aslında “devrilme aşamasına gelmiş kum yığını” anlamında olup giderek “halk yığınlarının, kalabalığın egemenliği” anlamında kullanılmıştır.
Saltanattan Cumhuriyete Geçiş
1920’li yıllar cumhuriyet rejiminin ve Kemalist anlayışın halkın ve siyasetin gündemine oturduğu bir dönem olmuştur. Ulusalcıların başkentte bile güçlenmeleri karşısında endişelenen müttefikler, 16 Mart 1920’de kenti resmen işgal ettiler, yaklaşık 150 ulusalcıyı tutukladılar ve Malta Adası’na sürdüler. Çok kısa bir süre sonra Son Osmanlı Mebusan Meclisi, Damad Ferit Paşa Hükümeti tarafından fesih ilanını verdi ve müttefiklerin baskısından kurtulabilenler Anadolu’ya geçti. 23 Nisan 1920’de Mustafa Kemal başkanlığında Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi adında olağanüstü yetkilere sahip yeni bir parlamento oluşturuldu. Bu meclis isminin her kelimesi devrimci bir anlam taşıyordu. (Mustafa Kemal’in niyeti bir “kurucu meclis” oluşturmaktı ama bazı asker arkadaşlarının uyarısı üzerine önerisini böyle yumuşatmıştı.) Bu meclis Türk olmayan unsurları da barındırması açısından renkli bir karaktere ve daha önce görülmemiş ölçüde demokratik ve konvansiyonel bir niteliğe sahipti. TBMM başkanı, meclisin seçeceği hükümete de başkanlık edecekti.
Türk toplumunun demokrasi mücadelesi böylece yeni bir ivme kazanıyordu. Artık ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştı. Egemenliği millete devreden bu meclis saltanatın görevlerini adeta elinden almıştı. Siyasi bir devrim yaşanan bu dönemde yeni fiili bir yönetim anlayışı başlamış, geriye sadece rejimin adının konulması kalmıştı. Devletin ilk anayasası olma niteliği taşıyan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, yönetim şeklini belirleyen kararları ile saltanata ve hilafete artık gerek kalmadığını vurgular gibiydi.
Mustafa Kemal saltanattan cumhuriyete geçiş evresinde görüşlerine sıkı sıkıya bağlı kalmış fakat meclisin üstünde bir güç bulunmadığı önergeyi sunarken onları saklı tutmuştu. Hükümet Mustafa Kemal başkanlığında kurulmuştu. Bu esnada yeni rejim her koldan uygulamaya konulmuş görünüyordu. Sadece siyasi değil birçok alanda inkılaplar düşünülmüş ve harekete geçilmeye başlanmıştı. Fakat önceden beri herkesin edinmiş olduğu birtakım tutumların yerine yenisini koymak meclis içinde de anlaşmazlıklara sebebiyet veriyordu. Ortada bir de dini otorite sayılan hilafet vardı ve birçok insan saltanatın yerine geçecek yeni rejimi hilafetle bağdaştıramıyordu. Tüm bunların neticesinde beklenen adım gerçekleşti ve meclisin uzun süre gündeminde olan saltanatın kaldırılması önergesi 1 Kasım 1922 ‘de Ziya Hurşit’in karşı oyu ve Mustafa Kemal ile sekseni aşkın milletvekilince imzalandı.
Bu zamanlamada en büyük pay Lozan Görüşmeleri’ni fırsat bilen diğer devletlerin Ankara ve İstanbul hükümetlerini bir arada görüşmeye davet edip çift başlılıktan yararlanıp kargaşa yaratma amacı gütmesiydi. Aslında oybirliği kolay da sağlanmamıştı. Uzun dönemlerden beri süregelen inançların, kültürün, yönetim anlayışının değişmesi üstelik tüm bunların yerini dolduracak yeni ideolojinin çoğunluk kesim tarafından anlaşılamamış olması işleri daha da zorlaştırıyordu. Tepkilerin çoğu yeni yönetim tarzında Mustafa Kemal’in nerede duracağı konusunda endişe duyulmasından kaynaklanıyordu. Öyle ki diğer çoğu devletlere bakıldığında tüm yetkiyi kendinde toplamış diktatör yöneticiler bulunuyordu. Fakat Mustafa Kemal’in demokrasiye ve ulus egemenliğine dayalı bir yönetim tarzı benimsediği açıktır. Saltanat anlayışının artık çağın koşullarına göre şekillenmesi ve gelişmesi gerektiğine inanıyordu.
Saltanatın kaldırılması güçlü bir duruşun sonucudur ve Mustafa Kemal devrimlerinin başladığı noktadır. 600 yıllık bir devletin yönetim şekli böylece artık değiştirilmiş yeni bir devlet düzeni oluşturulmaya başlanmıştı. Tüm karşıt görüşlere rağmen bunun başarıyla gerçekleşmesinde zaman zaman sert bir tutum izlenmesi de etkili olmuştu. Ve artık meclise yeni bir kadro oluşturulmalı ve bu yolda sağlam bir ekiple ilerlenmeliydi. Bunun neticesinde Mustafa Kemal bir parti örgütlenmesini gerekli görüyordu. Gazetelere verdiği bir demeç ile daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak olan Halk Fırkası’nı kuracağını açıklamış; devlet ve toplum için köklü ve kesintisiz değişimler yapmak için siyasi bir kurum oluşturmak istemişti.
Mustafa Kemal’in başkanlığında kurulan bu fırka, halkçılık ilkesiyle temellenen bir toplum hareketi gibi tavır alacaktı. TBMM’nin Dış İşleri Bakanlığı’na Yusuf Tengirşenk yerine İsmet İnönü’yü ataması Mustafa Kemal tarafından da onanmıştı. Çünkü İnönü, Mustafa Kemal’e sadık bir asker ve yeteneğine güvenilen bir adamdı. Bu sebeple yapılması planlanan Lozan Görüşmeleri’ne gidecek olan heyete İsmet İnönü seçilmişti. Bunda Mudanya’da göstermiş olduğu başarının da payı büyüktü. Ayrıca Mondros Mütarekesi’nde Rauf Orbay’ın başarısız olması da İnönü’yü tercih sebebi yapmıştı. Mustafa Kemal bir müzakerelerde inatçı bir kişiliğin ne derece yararlı olabileceğinin farkındaydı.
Ve 5,5 ay sürecek olan Lozan Görüşmeleri dönüşünde heyete karşı uzun yıllar sürecek büyük bir tepki doğacaktı. Lozan’ın “hezimet” veya “zafer” ikileminde yorumlanma sebebini buraya bağlayabiliriz. Bu görüşmelerde Türkiye’nin artık bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktığı ve en önemlisi Sevr gibi korkunç bir antlaşmanın geçersiz kabul edildiği unutulmamalıdır. Türkiye burada son bulmuş görünen bir yapıdan nasıl güçlü çıktığını da göstermiş oldu ve Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin tescil belgesi olarak tarihe geçmiş oldu.
Lozan Görüşmeleri neticelenince başarılı bir sonuç ile ülkeye dönülmüştü; Sevr gibi Atatürk’ün deyimiyle “idam fermanı” olan bir anlaşmanın geçersizliği kabul edilmişti fakat devletin yetkilerini hala Osmanlı yönetim erkinden geriye kalan halifenin üzerinde göstermeye çalışan bir grup muhalif vardı. Bu tutucu kesim ile Kemalistler arasında büyük bir tatsızlık vardı. Halife devletin başı olarak gösterilmeye çalışılıyordu. Bunun yanı sıra Ali Fethi Okyar başkanlığındaki meclis hükümetinin istifasının yeni hükümeti gerekli kılması ile artık bir devlet başkanı gereksinimi ortaya çıkmış bulunuyordu. Mustafa Kemal artık fikirlerini açıkça beyan etmeye başlamış, meclisteki ikinci grup ise muhalifliğini giderek artırmıştı. Yeni oluşturulacak hükümetin cumhurbaşkanı tarafından atanacağı bir düzene geçilmesi gerektiğini yani kabine sistemi oluşturulmasını düşünüyordu. Bunun da yolu cumhuriyeti ilan etmekten geçiyordu. Böylece dönemin Avrupa’sı ile de uyumlu olunacaktı.
Mustafa Kemal 28 Ekim’de yakın çevresinden Rize Milletvekili Ali Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref, Kemalettin Sami, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa, Ali Fethi Bey ve Halit Paşa ile görüşüp “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek fikirlerini aldı. İsmet İnönü ile hazırladıkları anayasa değişikliği önergesini 29 Ekim’de meclise sundu.
Bu önergenin kabulü ile cumhuriyet ilan edildi, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildi ve başkan atama yetkisi almış oldu. Teşekkür konuşmasında, “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” dedi. Böylece Almanya, Avusturya ve Macaristan’dan sonra Türkiye’de cumhuriyet oldu. Şu farkla ki onlar, yenilginin, bozgunun kapkara ortamında bunu seçtiler. Türkiye ise zaferin ve kurtuluşun parlak güneşi altında bu yola gitti. Bu bir rejim değişikliğidir. Yani toplum aynı sadece devletin adı ulusallığın ön planda olduğu bir çağa ayak uyduracak şekilde düzenleniyordu. Muhalefetsiz bir ortamda başlamasının dikkat çekici olduğu cumhuriyetin, ilan edildiği zamanda tüm bu alınan kararlardan sonra sıra halifeliğin de aynı kaderi yaşamasına gelmesi ile istenen düzen yerleşmiş olacaktı.
Yeni bir halife seçmeden son padişah Vahdettin “halife” adını kullanarak İngilizlere sığınmış, 17 Kasım 1922’de yurtdışına kaçmıştır. Ertesi gün meclis Vahdettin’in halife olmadığını açıklamış, 20 Kasım’da da Abdülmecit Efendi’yi halifeliğe seçmiştir. Artık devletin başkanı ve yönetim şekli belliydi fakat halifeyi ve onu otorite olarak gören tutucu bir kesim hala varlığını sürdürüyordu. Halifeyi muhalefetin sembolü, cumhurbaşkanını dengeleyen bir güç olarak kullanmayı sürdürdüler. İngiliz Hindistan’ında Ağa Han’ın önderliğindeki Müslümanlar halifeliğin İslam dünyası için taşıdığı önemi vurgulayarak tutucuların davasını desteklemeye çalıştığında, siyasal gerilim yükseldi. Halifenin kendi gücünü artırmaya çalıştığı bu dönemde devlet başkanının yanında ikinci bir otorite olarak kabul görmeye çalışması batılı devletlerle diplomatik alanda da çelişkiler doğuruyordu.
Cumhuriyet sistemiyle bağdaşmayan halifeliğin kaldırılmasının cumhuriyetin ilanından dört ay sonra meclis gündemine getirilmesi ile durumun bir an önce sonuca kavuşturulmasının istendiği anlaşılıyordu. 3 Mart 1924 senesinde Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılmış ve Osmanlı soyundan olanlar yurtdışına gönderilmişti. Tutucu kesimin tek dayanağı olan halifeliğin ortadan kaldırılması dine yapılan bir ihanet gibi görülüyordu hatta Atatürk’ün yakın mücadele arkadaşı olan Rauf Orbay bile halifeliğe karşı çıkmayı nankörlük olarak tanımlıyordu. Aynı şekilde Tanin gazetesinde de Lütfi Fikri Düşünsel’in Halife’ye seslenen bir açık mektubu yayımlanmıştı. Bunda Abdülmecit’in çekileceği söylentisinin gerçekleşmeyip sonsuza dek gömülüp kalması dileniyor ve istifanın Türklük için büyük bir kayıp, Osmanlı hanedanı için yıkım, İslam birliği için de bir bozulma olacağı öne sürülüyordu.
Halifeliğin de kaldırılmasıyla sırada yeni bağımsız Türk hükümetine çağdaş bir anayasa hazırlamak vardı. Atatürk’ün de katıldığı bir toplantıda tüm anayasalar göz önüne alınarak bir taslak sunuldu. Bu taslak son biçimini aldı ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla 20 Nisan 1924 günü yasalaştı. Bu anayasa ile artık Osmanlı Devleti ile olan tüm bağlar koparılmış oluyordu. İhtilalci nitelik taşıyan bu anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olmuş oldu.
Cumhuriyetin İlanından Önceki ve Sonraki Tepkiler
Cumhuriyetin ilanından sonra halifeliğin kaldırılması ve yeni bir anayasanın yürürlüğe konması, Türk devriminin siyasal niteliğini belirlemişti. Ancak rejim konusundaki görüş ayrılıklarından kaynaklanan tartışmaların önü alınamamış ve birçok yan etkenin de dürtüsüyle içte bazı huzursuzluklar ortaya çıkmıştı.
Mustafa Kemal, Osmanlı devlet yapısı içerisinde yetişmiş bir zihniyet olmasına rağmen cumhuriyeti benimsemiş, yaptığı okumalar ile vatan kavramını kafasına temellendirmiş bir insandı. Öyle ki cumhuriyet kavramı da Ali Fuat Cebesoy’un söylemine göre 1905 yıllarında dahi kafasında yer edinmişti. Şevket Süreyya Aydemir’e göre 1921 yılı ortasında, Yakup Kadri ve Halide Edip’e ilerde cumhuriyet rejiminin kurulmasının zorunluluğundan bahsetmişti.
Mustafa Kemal cumhuriyet gibi bir devrimin bir anda gerçekleşmeyeceğinin farkındaydı. Uzun süredir planlanmış ve çoktan dönemin şartlarının gereği haline gelmiş bir rejimi adım adım uygulamaya koyuyordu. Bunları uygularken zamanlamaya ve uygulayacağı tavra da özen gösteriyordu. Böyle konularda geri adım atılmaması gerektiğini ve zaman zaman sert müdahalelerde bulunulmasının zorunlu olduğunu biliyordu. İlk büyük adımını 600 yıllık bir devletin yönetim şeklini kaldırarak yapıyordu.
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin İngiltere’ye sığınmıştı. Asıl isteği padişahlığıydı; bu çağdışı bir yönetim isteği olabilirdi belki fakat İngiltere’ye sığınmak durumunda kalmasına birçok olumlu veya olumsuz yorum getirilmiştir.
Rauf Orbay ile Felah-ı Vatan Grubu yöneticilerini kabul eden Vahdettin, Anadolu’da başlayan ulusal direnişe güven duyması ve işgale tepki göstermesi yolundaki öneriye şu yanıtı vermişti: “Rauf Bey! Bir millet var, koyun sürüsü. Ona bir çoban lazım, o da benim!” Vahdettin görüldüğü üzere Osmanlı padişahlarının zihniyetlerine göre hareket ediyor fakat bu döneme ilkel kalıyordu.
1920’de kurulan mecliste cumhuriyet yanlıları olduğu gibi muhalif bir grup da vardı. Yönetimin saltanatsız olamayacağını savunan bu tutucu grup ile cumhuriyet yanlılarının yaptıkları muhalif tavırlar kargaşa ortamı doğuruyordu.1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından beri siyasi elitler arasındaki en büyük endişe, Mustafa Kemal’in bütün yetkileri üzerinde toplayarak diktatörlüğe gitmesiydi. Bu ikilik cumhuriyete olan tepkileri de artırıyordu. Bu arada zaten var olan resmen kuruluşunun Temmuz 1922’de gerçekleştiği belirtilen ikinci gruba mensup milletvekilleri, saltanatın kaldırılmasından rahatsız oldukları gibi 2 Aralık 1922’de seçim kanununda değişiklik yapılmasını içeren bir yasa teklifi ile Mustafa Kemal Paşa’nın parlamentoya girmesini engellemeye yönelik girişimi, teklifin mecliste reddedilmesi sonucu önlenmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk
Lozan Görüşmeleri esnasında heyetin Rauf Orbay yerine İsmet İnönü başkanlığında oluşturulması cumhuriyet yolundaki ortamı iyice kızıştırmıştı. Bu hedefe giden yolda da ilandan sonraki süreçte olduğu gibi ciddi tatsızlıklar yaşanmıştı. Cumhuriyetin ilanı her ne kadar büyük bir kesim tarafından coşkuyla, top atışlarıyla kutlanmış olsa da olumsuz tepkiler de elbette ki gelmişti. Burada en önemli karşıtlık özellikle Milli Mücadele esnasındaki önemli şahsiyetlerden, Mustafa Kemal’in yakın çevresinden olmuştu. Bunu olağan karşılamak gerekirse cumhuriyet gibi büyük bir devrimin bir kabulleniş süreci olmalıdır.
Tüm kurum ve kuruluşlarda bu fikirlerin yerleşmesi ve saltanat yanlısı muhalif grubun hala etkinliğini koruyor olması nedeni ile 1927 yılına kadar Mustafa Kemal İstanbul’dan uzak kalmıştır. Söz konusu 600 yıllık bir devlet geleneğiydi. Padişahın ekmeğini yemiş birçok nesil kolay kolay böyle bir değişime adapte olamazdı. Cumhuriyetin manası henüz algılanamamıştı. Cumhuriyetin ilanı bir siyasi bunalımı çözmüştü ama cumhuriyet ilanının bizzat kendisi yeni siyasi bunalımlar yaratmaya adaydı. Gelenekçi ve dini temele dayanan bir toplumun elinden içinde büyüdüğü devletin niteliklerini koparmak benlik sorununa yol açabilirdi. Bu sebeple Mustafa Kemal her zaman hesaplı ve sağlam adımlar atmıştı. Ki bu sebeple gelen tepkilerin bir kısmı cumhuriyete değil, ilan ediliş şeklineydi. Bu gerçek nedenin yanında kişisel çekememezlikleri İttihatçılıktan gelen eski birikimler, başa geçme tutku ve özlemi de kuşkusuz bazı kişilerin davranışlarında, karşı devrim eylemlerinde yer alışlarında etkili olmuştur; fakat asıl neden inanç ayrılıklarıdır.
Mustafa Kemal Osmanlı Hanedanı’na bağlılığı bilinen, bu yüzden de Halife’nin konumunu tehdit ederken onunkini pekiştirecek olan cumhuriyetin ilanından yana olmayacakları muhtemel olan tanınmış parti üyeleri kent dışındayken, bu olayın gerçekleştirilmesini sağlamıştı. Rauf Orbay, Refet Bele ve Adnan Adıvar zaten İstanbul’dalardı, Ali Fuat Cebesoy’da 29 Ekim günü İstanbul’a varmıştı. Cumhuriyetin ilan edilmesi kararı alınırken onlara ne danışılmıştı, ne geri çağrılmışlar ve hatta ne de durumdan haberdar edilmişlerdi.
Mustafa Kemal’in bu duruma cevabı ise şöyle olmuştu:
“Baylar görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı gerekli görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa o sırada Ankara’da bulunmayan kimi kişiler, hiçbir yetkileri yokken, kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan, cumhuriyet ilan edilmiş olmasını, gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.”
Rauf Bey fikirleri sorulduğunda ise padişahlıktan yana olduğunu açıkça ifade etmiş çünkü o dönemde yetişmiş olduğunu, bunun boynunun borcu olduğunu belirtmiştir. Refet Paşa da aynı fikirlere katılmış ve başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması hususunda da bir dargınlık yaşamıştır. Ayrıca Refet Paşa 21 Ekim’de Şehremaneti (Belediye Başkanlığı)’nce onuruna verilen ziyafette yaptığı konuşmada, Cumhuriyet yönetimi hakkında “köhne bir fikir” ifadesini kullanmış ve, “… zaten ben esas itibariyle Cumhuriyeti memleketimizin bünyesi için daha zararlı görürüm…” demişti. Ona göre en uygun rejim, meclis hükümeti sistemiydi. Mustafa Kemal’in bu sırada Rauf’un partiden ihraç edilmesini istemiş olması ilginç bir noktadır. Tartışmalar sırasında aralarında Yunus Nadi’nin de yer aldığı birçok kimse, Rauf’a kendi partisini kurması yönünde meydan okudular.
Mustafa Kemal Atatürk
Fuat Paşa ise henüz bu fikri ve siyasi aşamayı inceleme fırsatı bulamadığını söyleyerek sessiz kalmıştır. Bu ilan bazı çevrelerce adeta oldubitti şeklinde algılanmıştır. Kazım Karabekir de Birinci Ordu Kumandanı olarak resmi bir ziyaret için İstanbul’a gelmişti. Geniş ilgi uyandıran bir açıklama yaparak, cumhuriyetten yana olduğunu, ancak, yine Mustafa Kemal’in siyasalarına üstü örtülü bir gönderme olacak şekilde, kişisel buyurganlığın her türlüsüne karşı olduğunu ifade etti. Karabekir’in aynı zamanda düşündüğü aslında TBMM tarafından seçilmiş değil halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının olması gerektiğiydi. Kendini belki de cumhurbaşkanı adayı olarak görüyordu ki, ikinci adamın kim olacağı yönünde bir izlenim sahibi olduktan sonra İsmet İnönü’ye de taraf olduğu görülmektedir.
Mustafa Kemal’in yakın çevresi bu ilanın zamansız olduğunu ve önemli olanın rejimin isminin değil içeriğinin olduğunu düşünüyordu. Cumhuriyetin ilan biçimini eleştirenlerin unuttukları ya da değerlendiremedikleri nokta şuydu: Mecliste ve meclis dışında cumhuriyet rejimine karşı oluşan muhalefeti göz önüne alan Mustafa Kemal, bir olupbitti sayılacağını bile bile en uygun gördüğü anda bunu gerçekleştirmeyi yeğlemişti. Cumhurbaşkanı seçilişinin hemen ertesi günü Fransız Hükümetinin Ankara’daki temsilcisi Albay Mougin’in kutlamasını kabul ederken cumhuriyetin ilanında savaşta uyguladığı taktikle hareket ettiğini açıklamıştı:
“Hırpalamak, sonra şaşırtmak için saldırmak ve başarı kazanmak!”
Mustafa Kemal ile askeri çevresi arasında bir gerginlik oluşmuştu. Generallerin ona karşı bir tertip içinde olduklarına dair söylentiler vardı. Kemal, onların ordu içindeki gücünü etkisiz hale getirmek için 19 Aralık’ta meclisten bir yasa çıkardı. Buna göre siyasetle uğraşmak isteyen subayların ordudaki görevlerinden istifa etmeleri gerekiyordu.
Cumhuriyetin ilanının hilafete de yansıyacağı kuşkusuz biliniyordu. Fakat bunun daha farklı bir anlamı vardı. Hilafet makamı devletin dininin memurluğuydu ve uzun yıllar boyunca insanlar din temelli bir hayat sürdürmüştü. Halifeliğin kaldırılması dinsizlik gibi algılanacak, bu hissi yaratacaktı ve saltanatın kaldırılmasındaki kadar dahi olsa bir birlik oluşmaması söz konusuydu. Bu konuya tepkilerin daha sert ve açık geldiği beklenen bir olgudur. Laikleşme gibi radikal bir sürece girerken halifenin buna sessiz kalması beklenemezdi. Gazeteler bu dönemde büyük bir kesimin sesi olma görevini üstlenmiş önemli şahsiyetleri içeriyordu. Halife, Tanin, Vatan gibi gazetelerde demeçler vermeye başlamış; tüm Müslümanların bu konuya bir tepki getirmesi konusunda birlik oluşturulmak istenmişti. Tanin’in halifeyi ve halifeliği savunan bu tür yayımları birkaç gün sürmüştü. Başyazar Hüseyin Cahit Yalçın, açıkça “şeriatın savunucusu” olduğunu, şeriata saldırıyı memleket için zararlı gördüğünü yazıyordu. Aynı zamanda Osmanoğulları soyundan olanların mektupları yayımlanarak onların haklarına çirkin saldırılarda bulunulduğu, bunu yapanların da Halk Partisi’nin önde gelenleri olduğu kanısı yaygınlaştırılıyordu.
Bu tepkiler çok geçmeden bir iç sorun haline gelmişti. Fakat henüz anayasaya devletin laik olduğu maddesinin girmesine kimse hazır değildi. Kimi şeriat yandaşları, laikliği Atatürk’ün İslamiyet’e yaptığı bir kötülük olarak algılamaktadırlar. Bu düşünceye katılmak olanaksızdır. Şeriat, İslamiyet’i Orta Çağ’a, geri kalmış ülkelere bağlayan bir zincirdi. Bu zincirin Türkiye’de kırılmış olması, İslamiyet’e, çağdaş dünyanın, ileri ülkelerin dini olmak olanağını vermiştir. Bu süreç radikal bir laikleşme ve laikliğin anayasaya girmesi ile neticelendi. Ülke artık padişahsız ve halifesiz yeni, çağdaş bir yola girmişti.
Cumhuriyetin İlanı – Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal’in bu ideolojiyi oluştururken siyasi bir ayaktan da hareket ediyor oluşu hem kendini hem fikirlerini sağlam bir altyapıya oturtuyordu. Ama bir yandan da CHP’den birçok istifa gerçekleşmişti. Bu kişiler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı ile yeni bir partileşme sürecine gitti. Bu muhalefet partisi Halk Partisi’nden ayrılan Hüseyin Rauf Bey ile birlikte 32 milletvekili tarafından 17 Kasım’da kuruldu. Parti başkanı Kazım Karabekir Paşa, ikinci başkan Rauf Orbay ile Adnan Adıvar oldu. Basın Terakkiperver’e akın varmış gibi gösteriyorsa da Halk Partisi’nden yavaş yavaş kopuşlar oluyor ve bu partiye geçiyorlardı. İstanbul’un Vatan, Son Telgraf, Tevhidi Efkar, İstiklal gazeteleri yeni partinin destekçisi olmuştur. Rauf Bey ile Lozan’dan beri köklü bir kişisel düşmanlığı bulunan ve sözünü sakınmaz bir köktenci gözü ile bakılan İsmet’in yerine, 21 Kasım’da çok daha uzlaşmacı olan Ali Fethi Okyar getirildi. Bu önlemlerle Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan kitlesel kopuşların önüne geçildi.
Bu partililerin çıkışları, bazı söylemleri, ülke bütünlüğüne bir ayaklanma başlatmıştı. Bu durum gittikçe ciddi bir hal almaya başlanıp önü alınamayınca İsmet İnönü tarafından İstiklal Mahkemeleri yeniden göreve getirildi. Sorumlu tutulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yargılama sonucunda kapatıldı. Doğuda başlayan bu olağanüstü hal sonrası vatana hainlik suçlarını yargılamak amacı ile “Takrir-i Sükun” yasası çıkarıldı. Ayaklanmaya sebebiyet verenlerin elebaşlarının asılması ile bu karışıklık son buldu. Daha sonra kısa bir süreliğine bu şekilde ayaklanma örnekleri görülmüştür.
Dönem boyunca Türkiye’nin düşmanlarından olan İngiltere, doğuda bir Kürt devleti kurdurma amacı ile birtakım insanlarla iletişime geçmiş, Şeyh Abdülkadir’in destek alıp başlattığı Şeyh Said ayaklanmasına yol açmıştır. Bunu durumun Vahdettin’e kadar ulaşıp umutlandırıcı olduğu görülse de ayaklanma hükümet tarafından bastırılmış ve yeniden güven sağlanmıştı. Kürt ayaklanması Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ve tüm muhalefetin ezilmesi için uygun zemini yarattı; aynı zamanda da rejime Şapka Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması, yeni Medeni Kanun ile Ceza Kanunu’nun yürürlüğe konması gibi radikal, Türkiye’ye çağdaşlık getiren ama muhafazakarların karşı çıktığı reformlar yapma olanağı verdi. Ancak Kürt ayaklanması aynı zamanda bir otokrasinin oluşumuyla sonuçlandığı gibi ilk çok partili siyaset denemesinin de sonunu belirledi.
Sonuç
18. yüzyılda Fransa’da gerçekleşen devrim sonrası çağ mutlak monarşiden Cumhuriyete evrilmiş ve zaman içerisinde devletlerin ortak yoldan yöneldiği bir rejim haline gelmişti. Türk tarihi açısından da zorlu bir devrim niteliğinde gerçekleşen cumhuriyete giden yol döneminin bir gereği haline gelmiş, olumlu- olumsuz her kesimin merak odağı olmuştu. Sayılı devletin bu siyasal değişime gitmiş olmasına rağmen bu çağdaşlaşma için bir basamak haline gelmişti.
Bu çalışmayı yaparken başta Osmanlı Devleti’nin artık bir siyasi otorite olarak zaten son bulmuş olduğunu yerine Türk milletinin içinden sadece rejimin değiştirildiği yeni bir otorite oluştuğunu vurgulamak istedim. Bittabi bu geçiş sürecinin zorluğu oldu ve zahmetli bir periyot izlendi. Mustafa Kemal’in buradaki tutumu, sağlam adımlarla ilerleyişi dikkat çekici bir noktadır.
Mustafa Kemal Atatürk
Çalışmamda yine yaygın bir yanlış olan Cumhuriyet’e tepki verildiğini değil, ilanın şekline tepki verildiğini dönemin şartlarını dikkate alarak vurgulamaya çalıştım. Mustafa Kemal’in bu süre zarfında silah arkadaşlarından bir muhalefet grubu oluşması, bu değişimden iç karışıklık çıkarma fırsatı kollayanlar, halife ve onu öne süren tutucular-gelenekçiler- ve asıl yeni rejimin manasını çözemeden yapılan eleştiriler zor koşullar yaratmışsa da gerekli inkılaplar anayasa ile kanunlaşmıştı.
Bu dönemin ve yapılan inkılapların gerekli alan çalışmaları incelenmeden değerlendirilmesi sağlıklı bir bakış açısı geliştirmeyecektir. Cumhuriyetin ilanının bir bitişe yol açmadığı aksine küllerinden yeni bir millet doğurduğu ve bu millete tanınan haklar unutulmamalıdır. Siyasi, dini yoğun tepkilerin alındığı bu rejimin dönemin şartlarına rağmen uygulanabilmesi günümüze kadar Türk milletine verilmiş bir armağan olmuştur.
KAYNAKÇA
AHMAD, Feroz, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010.
AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları,İstanbul, 2015.
AKŞİN, Sina, (1908-1980), Çağdaş Türkiye Tarihi, C.IV, Cem Yayınları, İstanbul,1992.
AKŞİN, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996.
AKŞİN, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, Kültür Yayınları, İstanbul, 2007.
ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt I, Cumhuriyet Kitapları, Ankara, 2007.
KİLİ, Suna, Türk Devrim Tarihi, Kültür yayınları, İstanbul, 2003.
ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni Siyasi Hatıralarım, Truva Yayınları, İstanbul,2004.
TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, Cilt3, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2013.
YALÇIN, Durmuş, SÜSLÜ, Azmi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt I,Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006.
ZÜRCHER, Erik Jan ,Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017.
ZÜRCHER, Erik Jan, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Bağlam Yayınevi, İstanbul, 1992.
MAKALELER
DEMİRCİOĞLU, Asuman, “Cumhuriyetin İlan Edilişi ve Halifeliğin Kaldırılması Sürecinde ‘İstikbal’ Gazetesinde Lütfi Fikri Bey”, Dergipak, 2018, S.42-43.
Mahmut KOÇAK*
*: Bilecik Şeyh Edabali, Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi.
Not: Bu yazı ilk olarak Mozaik Kültür’de yayımlanmış, yayıncısının izni ile Kayıp Rıhtım’da da yer bulmuştur.