FRANSA DOSYASI : Fransa’yı bekleyen çalkantılı yıllar

Fransa’yı bekleyen çalkantılı yıllar

30/06/2024

Dr. UĞUR BARAN KAYA*

***

Açılışına bir aydan daha az süre kalan 2024 Paris Olimpiyat Oyunları sanki unutuldu. Bütün Fransa hiç olmadığı kadar gergin ve kutuplaşmış biçimde bugünkü erken seçimlere odaklanmış durumda. Anketler ve ay başındaki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçları ülkeyi bekleyen çalkantılı yılların çığlık çığlığa habercileri.



Fransa’daki siyasi durum tabii ki sadece Fransızları ilgilendirmiyor. Fransa, Almanya’yla beraber AB’nin en önemli ülkesi, dünyanın 7’inci en büyük ekonomisi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı bulunan beş üyesinden biri. Bizim için ayrıca, Almanya’nın gölgesinde de kalsa 800 binin üstünde Türkiye vatandaşı ya da vatandaşlığı olmasa da Türkiye kökenli insanın yaşadığı bir ülke.

Ülke ilk olarak 9 Haziran’daki AP seçimlerinde faşizan-yabancı düşmanı aşırı sağ partilerin toplam oylarının yüzde 45’i geçmesiyle sarsıldı. Sürpriz olmadı; beklenen bir kabustu bu sonuçlar. Gene de sarsıcıydı. Beklenmedik darbeyi ise aynı akşam Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron meclisi feshettiğini, erken seçimlerin de sadece üç hafta sonra, yani 30 Haziran’da, ikinci turun de 7 Temmuz’da yapılacağını açıklayarak vurdu.

Macron’un bu riskli siyasi oyunu, Fransa siyaset dünyasına yeniden şekilleneceği bir sürece soktu. Sağda bölünmeler, solda baskının yarattığı birlik, aşırı sağın hükümet hayalleriyle dolu bugünlerde bazı gelişmler Türk siyasal hayatını düşündürmüyor da değil. Irkçı-aşırı sağ Ulusal Buluşma Partisi’nin (UBP) bilindik nefret söylemi dışında Macron’un seçim stratejisi olarak kutuplaştırma siyasetini benimsemesi toplum içinde ciddi çatlaklara ve gerilimlere sebep oluyor.

Bu bölünmenin çarpıcı bir örneği Katolik seçmenler arasında dahi gözlemlendi. Katolik dindarların önemli gazetesi La Croix’da aşırı sağa karşı oy vermek için yapılan binlerce imzalı çağrıya karşı, Nef dergisi, bu girişimi verimsiz bulduğunu ve UBP’ye oy vermenin kilisenin sosyal öğretisiyle uyumlu olduğunu savunan bir karşı argüman yayınladı.

Seçim sistemi ve rakipler

Seçimlerin sonucunda anakara, denizaşırı bölgeler ve yurt dışında yaşayan Fransızları kapsayacak biçimde, her seçim bölgesinin bir sandalyeyle temsil edildiği 577 üyeli yeni meclis oluşacak. Bir adayın ilk turda seçilmek için kayıtlı seçmenlerin en az yüzde 25’inin oyunu alarak kullanılan oyların yüzde 50’sinden fazlasını elde etmesi gerekiyor. İlk turda hiç kimse seçilmezse kayıtlı seçmenlerin en az yüzde 12,5’inin oyunu alan adaylar ikinci tura katılabiliyor. Genelde iki bazen de üç adayın ikinci tura kaldığı sistemde, iki tur arası ciddi pazarlıklar gerçekleşiyor. Kendi partisi üst tur geçemeyen seçmen de bu pazarlıklar yönünde ya da kendine göre bir taktikle oyunu kullanıyor. Bu yüzden anket sonuçlarıyla olası sandalye sayılarını tahmin etmek çok zor. Beklendiği gibi katılım yüzde 60’ı geçerse ikinci turda ‘üçlü yarışlar’ın normalin üstünde olması tahmin edilebilir ki bu da olayı çok daha karmaşık hale getirecek.

Her şeye rağmen, seçimlerde sandalye çıkarabilecek ‘üç buçuk’ grup gözüküyor: Irkçı ve aşırı sağcı Ulusal Buluşma Partisi (UBP), yeşiller ve sol partilerin oluşturduğu Halkçı Cephe (HC), Macron’un liberal sağ Başkanlık Bloku (BB) ve buçuk olarak da muhafazakâr-sağ partisi Cumhuriyetçiler Partisi (CP).

İlk bölünme muhafazakâr-sağ CP’de oldu. Öyle ki bugün İYİ Parti’yi anamsatırcasına partinin seçimler sonrasında varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği konuşuluyor. Her şey, parti başkanı Eric Ciotti’nin, on yıllardır Cumhuriyet düşmanı olarak gösterilen UBP ile ittifak önermesiyle başladı ve bunun üzerine parti parçalandı. Bir kısmı UBP’ye yanaşıp birkaç sandalye almayı ve hatta bakanlık umarken, bir kısmı UBP’den uzak durarark ikinci tur pazarlıkları sayesinde varlığını sürdürmeyi çalışacak.

Başkanlık Bloku’na gelirsek… İki sefer de aşırı sağı engellemeye çalışan sol oyların sayesinde cumhurbaşkanı seçilen Macron, bugün aynı solu ‘ülkeyi zayıflatacak’ ve ‘Cumhuriyeti parçalayabilecek’ aşırı gruplar olarak gösteriyor. Macron ve Başkanlık Bloku kendilerini ‘aşırı sol ve sağ bloklar’a karşı ‘ilerici, demokrat, cumhuriyetçi’ cephe olarak sunarak ırkçı-aşırı sağ ve Halkçı Cephe’nin aynı düzeyde algılanmasına çabalıyor. Gittikçe tonu arttıran Macron çıtayı ‘iç savaş’ ifadesini kullanmaya kadar çıkardı. Macron’un bu siyaseti, Tayyip Erdoğan’nın kendisi dışındaki diğer bütün partilerin marjinal ve devlete tehdit oluşturduğu söylemini hatırlatıyor. Aynı tehlikeli oyunun Fransa’da da toplumu kutuplaştırdığını görüyoruz.

Diğer taraftan, ‘yenilgi ruhu’ Başkanlık Bloku kampına hakim olmuş durumda. Halk nezninde yükselen antipatikliğinin yaratabileceği itici etkiden korkan çoğu aday, seçim kampanyasında Macron’un fotoğrafını kullanmaktan kaçındı. Bu durum da Türkiye’deki son yerel seçimlerde bazı AKP adaylarının davranışlarını hatırlatmadı değil. Görüldüğü üzere benzerlikler saymakla bitmiyor.

Tahminler

Seçimlere neredeyse saatler kala, ırkçı aşırı sağ UBP ve muhafazakâr partinin onu destekleyen Eric Ciotti kanadı toplam yüzde 36, yeşiller ve sol koalisyon Halkçı Cephe yüzde 28-30, Başkanlık Bloku yüzde 19-21, geri kalan muhafazakâr sağ Cumhuriyetçiler Partisi de yüzde 7 oranında görünüyor.

UBP ile Halkçı Cephe arasında ikinci turda bir düelloya gidilirse neler olacağını göreceğiz. Ama bu durumda kimin kazanacağını muhafazakâr sağ ya da liberal sağ belirleyecek. Bu da sola çok da umut vermiyor. Zira cumhuriyeti kurtarmak için sağa oy veren sol oy mekanizmasının tersinin ortaya çıkmasıyla ilgili kuşkudan ötesi var.   

UBP’nin başbakan adayı Jordan Bardella, “Fransızlara sesleniyorum, bizi denemek istiyorsanız, mutlak çoğunluğa ihtiyacımız var” diyerek azınlık hükümeti kurmayacağını açıkladı. Peki bu durumda neler olabilir?

Her şeyden önce ırkçı aşırı sağın iktidara gelme olasılığı, topluma beklenen etkilerinin yanısıra temsil edeceği tarihi kırılma nedeniyle şimdiden bir travma yaratmış durumda.

Kimin hükümete gelebileceğini daha ilk turdan önce tahmin etmek zor. Üç bloğun da umudu, 289 sandalyeyi alıp mecliste mutlak çoğunluğa sahip olmak. Bu arada Fransa’da yarı başkanlık sistemi olduğunu hatırlatalım. Ucube Türk usulü başkanlık sistemine göre güçler ayrılığından bahsedilebilen bir rejim. Meclis ve cumhurbaşkanını beş seneliğine halk seçiyor.

Beklenen çalkantılı yıllar

Cumhurbaşkanı, mutlak çoğunluğun adayını başbakan atar. Bir şekilde bunu yapmak zorunda zira hükümetin programını uygulayabilmesi için meclisin güvenoyunu alması gerekmekte. Meclisin onaylamadığı bir başbakan sürekli gensoru önergesi ve önerilerinin mecliste oylanmama riskiyle karşı karşıya kalacak. Başkanlık Bloku doğrudan ya da yeni müttefiklerle bir koalisyon üzerinden çoğunluğu elde ederse Macron için sorun kalmayacak. Bugüne kadar olduğu gibi ülkeyi yönetmeye devam edecek.

Ancak, mutlak çoğunluğu UBP ya da Halkçı Cephe kazanırsa ‘cohabitation’, yani eş yönetim ortaya çıkacak: Hükümetin cumhurbaşkanının siyasi çizgisiyle örtüşmediği ve her ikisinin de yönetimde olduğu durum.

Anayasaya göre meclise karşı sorumlu olan hükümet ‘ulusal politikayı belirler ve yürütür.’ Bunun anlamı böyle bir durumda yürütme gücünün öncelikle başbakanda bulunması. Diğer taraftan cumhurbaşkanının, hükümetin işleyişini kısıtlayacak çok fazla yetkisi var. Bunların başında bakan atamaları geliyor. Yasaları uzun süre onaylamama ya da anayasa konseyine yollama gibi hükümetin işleyişini yavaşlatacak başka yolları da mevcut. Macron’un meclisi bir daha feshetmesi için en az bir sene beklemek zorunda olduğunu da söyleyelim.

Ayrıca eş yönetimde cumhurbaşkanının siyaseti belirleme gücü büyük ölçüde azalsa da dış politika başta olmak üzere bazı yetkileri kalmakta. İşin ilginç tarafı bu yetkilerin sınırları hakkında ortak bir görüş yok. Örneğin devlet başkanlarının oluşturduğu AB Konseyi’nde Fransa’yı kimin temsil edeceği bir tartışma konusu. Daha önce de üç kere ‘eş yönetim’e de gidildi ala dış politikada hükümet ile cumhurbaşkanı arasında derin bir fark yoktu. Özellikle AB konusunda. Oysa bugün Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin ve hatta AB konularında hem UBP’nin hem de Halkçı Cephe’nin sol kanadının Macron’dan çok farklı görüşleri var. UBP’nin AB’yi eleştiren bir parti olduğunu hatırlatalım.

UBP gibi ırkçı bir partinin hükümete gelme riski devletin demokratik temelleri konusunda da endişeler yarattı. Son günlerde çifte vatandaşların ‘güvenilirliği’ konusunda yaratılan polemikle bu endişeler haklı şekilde arttı.

UBP ya da herhangi bir partinin hükümet olması durumunda devletin diğer kurumlarıyla da sürekli bir etkileşim içinde olacağının altını çizelim. Bunun başında senato var. Türkiye’de 1961-1980 yıllarında var olan senato yasamade meclisle çalışır ve herhangi bir yasa tasarısı önce senatoda görüşülür. Yasama gücü son kertede mecliste olsa da senato tasarıları yılan hikayesine döndürüp çıkmasını uzun süre engelleyebilir. Şu an senatoda ağırlık muhafazakar ve liberal sağda; sadece üç UBP’li senatör var.

Ayrıca anayasa konseyi, danıştay gibi kurumlar da hükümeti kontrolde tutar. Tabii ki anayasa konseyinin kararlarını tanımamak gibi bir durum şimdilik çok tahayyül edilebilecek bir şey değil. Bu yüzden UBP’nin hükümete gelmesiyle devletin yapısıyla ilgili değişimler olabileceği çok olası değil. Ama bu hiçbir kötü şey olmayacağı anlamına gelmiyor tabii.

Üçüncü olasılık da üç koalisyondan hiçbirinin mecliste mutlak çoğunluğa sahip olamaması. Bu durumda her an meclisin düşürebileceği bir azınlık hükümeti ve cumhurbaşkanı devleti yönetmeye çalışacak. Yani, anketlerin gösterdiği gibi Macron’un Başkanlık Bloku çoğunluk sağlayamazsa her durumda Fransa’yı çalkantılı yıllar bekleyecek.

Zaten şikayet etmeyi seven Paris halkı, olimpiyat oyunları yüzünden çoktan şehri kızgın biçimde terk etmeye başladı. Kızgın terk edilen nam’ı diğer ışık-kente dönüş üzgün ve kaygılı olacak gibi.

Paris şehrinin sembolünün üstünde latince “Fluctuat nec mergitur”, yani “Dalgalarla hırpalandı ama batmadı” yazar. Fransız halkı bugün demokrasisinin batmamasını umuyor.

* Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, ardından Fransa’da Paris 2 Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler alanında okudu. Ardından Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de (EHESS) Ortadoğu’da su problemi konusunda yazdığı teziyle yüksek lisans eğitimi aldı. Gene EHESS’de, güvenlik-rantiye devlet kavramı üstüne doktora çalışmasını tamamladı.

Bu dönemde çalışmalarını Stratejik Çalışmalar ve Barış Üzerine Araştırmalar Merkezi (Centre Interdisciplinaire de Recherches sur la Paix et d’Etudes Stratégiques) dahilinde sürdürürken, Türkiye üzerine çalışan araştırmacılarla kurduğu OBTIC (Observatoire de Recherche Interdisciplinaire sur la Turquie Contemporaine) isimli derneğin başkanlığını yürüttü ve Türkiye’nin siyasal sistemi üzerine lisans derecesinde ders verdi.

2016-2022 döneminde Türkiye’de farklı üniversitelerde ders verdi. Fransa’da çeşitli araştırma projelerinde kıdemli danışman olarak çalıştı. Halen Institut Français d’Etudes Anatoliennes (IFEA-Istanbul) ve Centre d’études turques, ottomanes, balkaniques et centrasiatiques (Fransa-Paris) araştırma laboratuvarlarında ortak-araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürüyor ve Institut de Relations Internationales et Stratégiques kurumunda tez danışmanı olarak görev yapıyor.