KÖY ENSTİTÜLERİ DOSYASI : KÖY ENSTİTÜLERİNİN EĞİTİM ANLAYIŞI

KÖY ENSTİTÜLERİNİN EĞİTİM ANLAYIŞI

by IşıkBinyılı.Org · Published Kasım 17, 2024 · Updated Kasım 18, 2024

Köy Enstitülerinde […] kafasıyla elini uyumlu çalıştıracak insan yetiştirmek amaçlanmıştır.

Cengiz ÖKSÜZ

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şubesi Başkanı (YKKED.Org.Tr)

***

GİRİŞ:

IşikBinyılı.Org, 41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda, “Dijital Bilişim Teknolojileriyle Anaokulundan Lise ve Ötesine Mecburi Barış Eğitimi” temasıyla ikinci bir paneli, TÜYAP Fuar yerleşkesi Beylükdüzü’nde 7 Kasım 2024 tarihinde sundu.

Panelin teması, Birleşmiş Milletler’in 79. Genel Kurulunun ithaf konusu olan #GeleceğinZirvesi ve #GelecekİcinAndlaşma kapsamında ve destek amaçlı bir vizyon olarak, LMGlobal.Org’un öncülüğünde kurulmuş olan, panel temasıyla aynı adı taşıyan bir koalisyon kuruldu. Bu koalisyon’un 18 üyesinden biri de Işikbinyılı.Org’dur. New York’da bu tema 29 Eylül 2024’de hukuki gereklilikler açısından ve 5 Ekim 2024’de ise koalisyon üyelerinin aktif katılımı ve taahhütleriyle birlikte sunuldu.

Bu vizyonun hedefi Birleşmiş Milletler’dir. Türkiye Cumhuriyeti de, 1945’de Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden biridir. Bu çerçevede, Türkiye’de de, barış eğitimi ya da dijital eğitim ayrı ayrı değil, “dijital bilişim teknolojileriyle mecburi barış eğitimi” vizyonu, insana ve geleceğe yatırım talebi, TÜYAP Kitap Fuarı’nda ve Türkiye de, ilk kez Türkçe olarak sunuldu.

Panel’in açılışında, temanın ilham kaynağı ve fikri kökenlerinin Köy Enstitüleri ve Darüşşafaka Eğitim Kurumları olduğunu ise temanın yazarı ve panel yöneticisi Bircan Ünver açıkladı.

1940-1946’li yılların insani kalkınma ve geleceğe yatırımda olağanüstü bir model ve ülkenin aydınlanması ve kalkınmasında rolü olan Köy Enstitülerini–panelin süresinin elverdiği ölçüde–, çağımız koşul, ihtiyaçları ve teknolojik olanakları perspektifinden ve panelin vizyonu kapsamında, YKKED.Org.Tr, İstanbul Şubesi Başkanı Cengiz Öksüz sundu.

Konuşma metnini aşağıda ilginize sunuyoruz.

“İş, insanın hem miyarı ( ölçütü) hem de mimarıdır.” – Ismail Hakkı Tonguç

Köy Enstitüleri, kaynak: YKKED.Org.Tr #KöyEnstitüleri,#MecburiBarışEğitimi, #BilişimTeknolojileri, #MecburiDijitalEğitim, 

Köy Enstitüleri, kaynak: YKKED.Org.Tr #KöyEnstitüleri,#MecburiBarışEğitimi, #BilişimTeknolojileri, #MecburiDijitalEğitim,

Yasası 17 Nisan 1940 tarihinde çıkan Köy Enstitülerinin başlangıç tarihi 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler bucağına bağlı Mahmudiye’de açılan Eğitmen Kursu’na dayanır. O günün koşullarında çok başarılı olan Eğitmen Kursu bir yıl sonra 11 ayrı bölgede açılır. 1937’den itibaren de 4 Eğitmen Kursu yerleşkesinde 4 Köy Öğretmen Okulu açılır. 17 Nisan 1940’ta ise bu dört Köy Öğretmen Okulu Köy Enstitüsü’ne dönüştürülerek, 10 ayrı yerde daha “Köye yararlı eleman yetiştirmek” amacıyla Köy Enstitüsü açma kararı verilir.

1935 tarihinde yapılan CHP’nin 4. Kurultayı’nda köy eğitimi gündemin ana konusudur. Bu tarih itibariyle 40 bin köyün 35 bininde okul yoktur. Var olan okulların büyük çoğunluğu üç yıllıktır ve öğretmenlerinin büyük bölümü öğretmen okulu çıkışlı değildir. Kent ve kasabalarda okul çağında olup da okula ulaşan öğrenci oranı % 80’e yaklaşmışken, köylerde bu oran %15’lerdedir. Kurultay bu sorunu çözmek için komisyon kurar ve komisyon köy eğitimi konusunda bir rapor hazırlar.

Kurultay günlerinde Atatürk silah arkadaşı Saffet Arıkan’ı o zamanki adı Kültür Bakanlığı olan Milli Eğitim Bakanlığına atamıştır. Saffet Arıkan Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Resim-İş Bölümü Öğretmeni ve Okulun Müdür Vekili İsmail Hakkı Tonguç’u Bakanlığa çağırır ve hazırlanan raporu gösterir. Tonguç bu raporu hayali bulur. Saffet Arıkan, kendisinin bir rapor yazmasını ister. Tonguç raporu hazırlar, Bakan’a sunar. O günlerde Saffet Arıkan Atatürk’e köy eğitimi konusunda dert yanar. Atatürk de ona “Üzülme, askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapan köy çocuklarına birkaç ay kurs vererek bu konuda onlardan yararlanabiliriz, adlarına da eğitmen deriz” der.

Saffet Arıkan raporu yazar ve Bakan’a sunar. Raporu Atatürk, İsmet İnönü ve Saffet Arıkan inceler ve uygulanması konusunda görüş birliğine varırlar. 1936’da ilk Eğitmen Kursu Çifteler’in Mahmudiye köyünde böyle açılır. Bir yıl sonra ise arkası gelir. Eğitmenlere 4.5 ay kurs verilir. Eğitmenlerden, öğrencileri ilkokulun ilk üç sınıfına kadar okutmaları istenir. 1947 yılına dek 8765 eğitmen bu kursları bitirir ve yedi bin köyde okul açar.

17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’ce kabul edilen 3083 sayılı Köy Enstitüsü Yasası’nın ilk maddesi, Köye yarayışlı elemanı yetiştirmek üzere arazisi elverişli yerlerde Köy Enstitüsü açılacaktır, der.  Bu maddenin devamından anlıyoruz ki öğretmen yetiştirmenin asıl amacı ‘köye yarayışlı elemanı’ yetiştirmektir. Yani enstitülerde yetişen öğretmen doğup büyüdüğü köye ‘yarayışlı eleman’ olarak dönecektir. Köy Enstitülerini özgün yapan da budur. Enstitüler bilinen okullardan değildir. O nedenle de adları ‘okul’ değil, enstitüdür.

Köy Enstitülerinin kuramcısı ve kurucusu İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, hazırladığı raporda, köye bilinen okul türlerinden biriyle girilemeyeceğini, yapılacak eğitimin köylülerin işine yaraması gerektiğini sıklıkla vurgulamıştır. Tonguç’a göre köylere abc öğretmek için gönderilen kent çocukları, köylerde barınamadıkları için, hemen kente gelmeye çalışıyor. Halbuki köyden alınarak enstitülerde beş yıl içinde dönüştürülen öğrencilerle köyü içeriden canlandırmak olanaklıdır. Köyden alınan çocuğa öğretmenlik yanında kazandırılacak, tarım ve teknik bilgileri, onları atandıkları köylerde hem üretici hem de eğitimci yapar. Üretici olan öğretmen tarım (çiftçilik), bahçecilik, meyvecilik, arıcılık, sebzecilik, hayvancılık, demircilik, yapıcılık, marangozluk, …konularında köye önderlik eder; köylüye yol yöntem gösterir. Onlara pratik sağlık bilgileri verir.

Tonguç, köylere mesleği salt öğretmen olan insanı değil, o yıllarda köyün gereksinim duyduğu meslek sahibi insanı göndermek istiyordu. Köylerde marangoz, yapıcı, demirci, sağlık çalışanı… yoktu. Bunun için enstitülerde ‘ iş içinde, iş aracılığıyla’ eğitim- öğretim ilkesini uygulamıştır. Yani enstitülerde iş, eğitimin aracı yapılmıştır.

Enstitülerde iş eğitimi

Birçok enstitüde  eğitime çadırlarla başlanmış ve yıllar içinde yatakhaneler, yemekhaneler, derslikler, arılıklar, ahırlar, kümesler…yapıldı; binlerce dönüm araziye sebze ekildi, meyve ağacı dikildi. 1946 yılına geldiğimizde sayısı yirmiyi bulan enstitülerin çoğu, gereksinimlerini kendileri karşılıyordu; ürün fazlasını çevre köylerle paylaşıyorlardı. Bu kurumlarda toprak ve iklim durumuna göre kuru ve sulu tarım; balıkçılık, ipekböcekçiliği, arıcılık yapılıyordu. Küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriliyordu. Meyvecilik yaygındı.

Enstitülerde yemek yapan aşçı ve usta öğreticiler dışında aylıklı çalışan kimse yoktu. İşlerin tümünü başlarındaki öğretmenlerle öğrenciler yapıyordu. Tüm temizlik işleri, ekip biçme, yapıcılık, tuğla kesme, kümes hayvancılığı, büyük baş hayvancılığı, arıcılık; hatta tarhana karma, erişte yapma, pekmez kaynatma, nevresimlerin, çarşafların, perdelerin dikilmesi, yırtılan elbiselerin onarımı, meyvelerin kurutulması, kışlık hazırlıkları, balık tutma, turşu, reçel, peynir yapma….öğrencilerin yaptığı işlerdi.

Haftalık 44 saatlik dersin 22 saati kültür derslerine, diğer 22 saati ise tarım ve teknik derslerine ayrılıyordu. Birinci sınıfa gelen öğrenciler tarım ve teknik derslerini birlikte işlerler, 2. Sınıftan itibaren öğrenciler demircilik, yapıcılık, marangozluk gibi alanlara ayrılırlardı. Kızlar ise genel tarım işlerinde erkek öğrencilerle birlikte çalışırken, kümes hayvancılığı ve ev ekonomisi konusuna yoğunlaştırılırdı.

Enstitüler klasik okullar gibi yaz dinlencesinde kapanmazdı. Her öğrencinin 45 gün yıllık izni vardı. Öğrenci dinlenceye gider gelir, okul açıktır. Öğretim süresi beş yıllık ilköğretimden sonra beş yıldı. Öğrenciler, kültür dersleri adı verilen Türkçe, matematik, fizik, kimya, biyoloji, zooloji, tarih, coğrafya, yabancı dil, resim, müzik, beden eğitimi derslerinin yanında öğretmenlikle ilgili meslek derslerini hem kuramsal hem de uygulamalı olarak alırdı.

Demokratik Eğitim

Enstitülerde yatılı ve karma eğitim yapılıyordu. O yılların koşullarında bu, eğitimde devrimdi. Biz ilköğretimde karma eğitime 1926’da, ortaokullarda 1927-1928’de, liselerde ise 1929-1930’da geçebildik. 20 kırsal bölgede kurulan bu kurumlarda yatılı ve karma eğitim yapmak başlı başına demokratik bir eğitimdir. Üstelik çoğu kez kız öğrencilere girişte erkek öğrencilere uygulanan sınav uygulanmıyordu.

Öğrenciler birinci sınıftan itibaren kümelere ayrılıyor, dersler ve işler kümelerle işleniyordu. Sürecin tümünde öğrencilere görev ve yetki veriliyordu. Her küme bir hafta nöbetçi oluyor, kurumun tüm temizlik ve düzeni bu nöbetçi küme tarafından yerine getiriliyordu. En başta nöbetçi öğretmenler, haftanın okul nöbetçileri, küme başları ve diğer öğrenciler hep birlikte yatakhanelerde, yemekhanede, dersliklerde, laboratuvarda, arılıkta, ahırda, kümeste ….ne iş varsa planlıyorlar ve planı uyguluyorlardı. Haftasonunda cumartesi günleri bayrak merasiminden sonra ya da o akşam haftalık işlerin değerlendirilmesi yapılıyordu. Bu değerlendirmelerde tüm öğrenciler eksiği, noksanı eleştirirlerdi. Bu eleştirilerden öğretmenler ve okul müdürü de nasibini alırdı. Toplantıyı orada oylamayla seçilen bir öğrenci yönetirdi. Öğrenciler yaptıkları eleştirilerden dolayı cezalandırılmaz, aksine eleştiri yapmaya özendirilirlerdi. Öğrenciler toplum lideri olarak yetiştirilmeye çalışılırdı.

Enstitülerde dayak ve kötü davranış İsmail Hakkı Tonguç’un genelgesiyle yasaklanmıştı. Tonguç gönderdiği genelgenin tüm öğrencilere okunmasını ve her öğrencinin defterine yazdırılmasını istemişti. Tokat atan öğretmene öğrencinin de tokat atma hakkı vardı. Sınıfta kalmak neredeyse yoktu. Öğrenci, öğretmenlik yapamayacak durumdaysa onu enstitüde görevlendirirler, şoför ya da usta öğretici olmasını sağlarlardı.

Haftalık iş ve ders planı öğrencilerle birlikte yapılırdı. Öğrenciler kültür, tarım ve teknik derslerine kümeler halinde etkin bir şekilde katılırlardı. Hiçbir öğretmen ya da yönetici öğrencileri özel işlerinde görevlendiremezdi. Bu, kesinlikle yasaklanmıştı. Yemek hep birlikte yenir, evlere yemek gönderilmezdi. Hasta olan öğrencinin bakımı okulun revirinde yapılır, revirde  görevli öğrenciler sağlık memurunun ve doktorun yardımcısı olurlardı.

Enstitülerde Resim-İş, müzik, beden eğitimi en önemli derslerin arasındaydı. Bir müzik aleti çalamayan öğrenci mezun olamazdı. Her gün sabahleyin aynı saatte kalkılır bin öğrenci aynı anda bir müzik aleti eşliğinde sabah sporu yapar, halk oyunu oynardı. Bin öğrenci aynı anda yere diz vurur, aynı anda ayağa kalkardı.

Yapı Kolu öğrencileri yeni açılacak enstitülere imeceye giderdi. 1940’tan sonra açılan enstitülerin birçok binası imece usulü yapılmıştır. Bu öğrenciler yapıyı tamamladıktan sonra ödül olarak yurt gezilerine çıkarılırdı. Ülkemizin ören yerlerini ve kültür varlıkları ziyaret eden öğrenciler konuk kaldıkları enstitülerde yörelerinin halk oyunlarını kaldıkları enstitü öğrencilerine de öğretirlerdi. Böylece çok güzel kültür alışverişi yaşanırdı.

Enstitülerde […] kafasıyla elini uyumlu çalıştıracak insan yetiştirmek amaçlanmıştır.

Dersler havalar uygun olduğu sürece dışarıda yapılırdı. Serbest okuma saatlerinde öğrenciler kitap okurdu. Her öğrencinin bir öğretim yılında 24 kitap okuması öngörülmüştü. Milli Eğitim Bakanlığının bastığı ‘Dünya Klasikleri’ önce Köy Enstitülü öğrenciler tarafından okunurdu. Her enstitünün dillere destan kütüphanesi vardı. Enstitülerde hem kafası hem de eli çalışacak, daha doğrusu kafasıyla elini uyumlu çalıştıracak insan yetiştirmek amaçlanmıştır. İş içinde uygulamalı eğitimden amaçlanan budur. İşten kasıt; yalnız tarlada, işlikte güçle, makineyle yapılan eylem, edim değildir. Laboratuvarda deney hazırlığı, derslikte ders ve ödev hazırlığı, planı da iştir. İsmail Hakkı Tonguç, yöneticilere ve öğretmenlere, elinizden çıkacak iş, önce kafanızdan çıksın, demiştir. “İş, insanın hem miyarı ( ölçütü) hem de mimarıdır.” Sözü onundur. Tonguç’un amaçladığı, atandığı köyü içeriden canlandırabilecek insanı yetiştirmekti. Öğretmen davranışlarıyla ve yaptıklarıyla köye hem örnek olacak hem de önderlik edecekti. Bu, sıradan bir insanın altından kalkabileceği bir şey değildi. Kişi, donanımlıysa örnek olur, önderlik eder.

Enstitülüler sıradan öğretmen değildi

Köy Enstitüsü mezunları atandıkları köyleri ağaçlandırdılar. Köylere yol, su, elektrik getirdiler. Salgın hastalıklarla savaştılar. Köy Sağlık Memurlarıyla birlikte sıtma, trahom, verem gibi salgın hastalıkların kökünü kurutmak için çalıştılar. Köylere modern tarımı, hayvancılığı öğrettiler. Arıcılık, peynircilik, meyvecilik onlar aracılığıyla köylere girdi. En önemlisi de çalıştıkları köylerde kurdukları kooperatifler aracılığıyla köyü, köylüyü örgütlediler ve köylülerin sömürülmesini engelleme çalıştılar.

Enstitülüler sonraki yıllarda uç veren öğretmen örgütlenmesine de öncülük etti. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), onların öncülüğünde ve önderliğinde kuruldu.

Köy Enstitülü öğretmenler köylünün yurttaş olmasını sağladı. Onların devletle olan işlerinde aracı oldu. Köylü onların şahsında tarihte ilk kez devletle başka türlü tanıştı.

Köy Enstitülüler; katıksız yurtsever, Atatürk Devrimlerine bağlı, içinde yaşadıkları toplumla ve doğayla barışık, üretken, insancıl, barışçı insanlardı…

17 bin öğretmen, dokuz bine yakın eğitmen, bin beş yüz doksan dokuz sağlık memuru yetiştiren bu kurumlar ne yazık ki emekleme dönemlerinde 1946’nın sonlarında programları değiştirilerek asıl amaçlarından uzaklaştırıldıktan sonra 1953’te de öğretmen okuluna dönüştürüldüler. ‘Köye yarayışlı eleman’ yetiştirmek birilerinin işine gelmemişti. Öğretmen dediğin abc öğretmeliydi, başkaca da bir şeye karışmamalıydı. Özellikle de ‘köyü içinden canlandırma’ işinde rol almamalıydı.

Yeniden hoş geldin, karatahta, tebeşir öğretmenliği(!) Yapılan buydu…Bugün, o tarihlerde yapılan yanlış uygulamanın cezasını ulus olarak  çekiyoruz.

– Cengiz Öksüz, YKKED.Org.Tr, İstanbul Şubesi Başkanı