DİN & DİYANET & ATEİZM & İSLAM DÜNYASI

DİN & DİYANET DOSYASI /// İlahiyatçı Cemil Kılıç yazdı : Bir Türk halife olamaz

İlahiyatçı Cemil Kılıç
yazdı : Bir Türk halife olamaz

Şimdi bazıları evrensel ve ırklar üstü bir din olan
İslam’ın halifelik konusunda etnik bir şartının mevcut olabileceğine
şaşırabilirler. Ama gerçek şu ki İslam dünyasının çoğunluğunu oluşturan Sünni
kitle için halife olacak kişide etnik bir şart aranmaktadır.

Günümüzde görece büyük bir yükseliş içerisinde olan
İslamcı ve Osmanlıcı siyasetin ana hedeflerinden biri de 3 Mart 1924’te
müstakil bir müessese olarak varlığına son verilen ve görevleri meclise
devredilen yani fiilen ortadan kaldırılan hilafeti yeniden ihya etmektir.

Ne var ki hilafet dediğimiz kurum tarihte ve günümüzde
işlevsellik bakımından olduğu kadar aynı zamanda meşruiyet bakımından da bir
yığın tartışmanın odağında yer almaktadır.

Halife ne demektir ve halife kimdir, sorularına verilen
yanıtlar bu tartışmaların mahiyetini ortaya koymak bakımından bir kılavuz
hüviyetini haizdir.

İlk dönem halifelerde “Halife” sözünden ziyade
“Emir” sözünün kullanıldığını biliyoruz. Halifenin;
“Emir’ül-müminin” olarak isimlendirildiği malumdur.

Halife sözü, birinin ardından gelen anlamına geldiğinden
peygamberin ardından gelen, dolayısıyla da peygamberin makamını temsil eden bir
kimse manasını taşımaktadır. Böyle olunca da halifeye kutsiyet atfetmek gibi
bir özellik de ortaya çıkmaktadır. Yani halife ümmetin sadece siyasi işlerinin
yürütücüsü değil peygamberî / nebevî bir makamın temsilcisi de addedilmiştir.

Hatta bununla da yetinilmemiş bir zaman sonra halife,
peygamberin halefi olarak nitelenmenin de ötesinde doğrudan doğruya
“Allah’ın halifesi / halefi” diye de nitelenmiştir. Böyle bir
nitelemeyi Muaviye’de ve ardıllarında görmekteyiz.

Nitekim halifeler için kullanılan; “Zıll’ullahi fil
ard / Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi” ifadesi de böyle arka zemine
sahiptir.

Gerçekte tevhid inancı açısından baktığımızda bu tür
nitelemelerin şirk olduğu apaçık ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak
belirtelim ki hilafet kurumu çoğunlukla bir şirk müessesesi olagelmiştir.
İslam’ın temel ilkelerini ayaklar altına alan bir kurumun İslamî bir kurum
olarak nitelenmesi ve ona sözde İslam birliğinin / Müslümanların birliğinin göstergesi
şeklinde mana yüklenmesi tek kelimeyle trajiktir. Bir diğer ifadeyle İslam
adına İslam’a düşmanlık etmektir. Bu sebeple aslında İslamcılar, inandıklarını
iddia ettikleri dine bilmeden düşmanlık etmeleri bağlamında Mankurt Müslümanlar
olarak nitelenmeyi acınası bir biçimde hak ediyorlar.

Halifelik hakkında özellikle son dönemde bir yığın yazı
kaleme alınıyor. Dizilere, filmlere, siyasi propagandalara konu edilen
halifelik kurumu hakkında biz başka bir yöne dikkat çekmek istiyoruz.

Halifelik yeniden ihya edilirse Müslümanların birliği
sağlanacak sanan zavallılar konudan aslında ne kadar da habersizler. Hemen
söyleyelim; halifelik asla birlik falan sağlamaz.

Neden mi?

Arap ülkelerinin pek çoğunun krallar tarafından
yönetildikleri malum. Adında cumhuriyet ifadesi bulunanların da aslında
seçilmiş krallar tarafından yönetildiği de malum. İşte bu krallar günümüzde
asla kendi otoritelerinin üstünde halife diye bir müesseseye izin vermezler ve
böylesi bir kurumu kabul etmezler.

Fakat Arap dünyasının halifelik kurumunu kabul etmeyecek
olmasının bizce en önemli sebebi olası halifenin etnik kimliğidir.

Şimdi bazıları evrensel ve ırklar üstü bir din olan
İslam’ın halifelik konusunda etnik bir şartının mevcut olabileceğine
şaşırabilirler. Ama gerçek şu ki İslam dünyasının çoğunluğunu oluşturan Sünni
kitle için halife olacak kişide etnik bir şart aranmaktadır.

Buna göre; halife olacak kişinin mutlaka Kureyş’ten olması
gerekmektedir. Bu hususta peygambere atfedilen bir yığın hadis mevcuttur. Bizce
bu tür hadisler uydurmadır. Ama Sünni inanç bu hadisleri sahih / doğru kabul
ediyor. Zira bu hadisler Kütübü Sitte’de yer alıyor.(1) Kütübü Sitte ise en
azından geleneksel Sünnilik için neredeyse büyük ölçüde tartışılmaz
addediliyor.

Kureyş’ten olmayan birinini halife seçilmesi, halife kabul
edilmesi caiz değildir.

Kureyş’ten olmak doğal olarak Arap olmak demektir. Ama
Arap olmak dahi halife olmak için yetmiyor. Binlerce Arap kabilesi içinden
Kureyş kabilesine mensubiyet şarttır.

Şimdi bizim Osmanlıcı / İslamcı çevreler Türkiye’de
halifeliği yeniden ihya etmenin hayalini kuruyorlar. Sanıyorlar ki bir şekilde
halifelik ihya edilirse bir Türk / Osmanlı halife olacak ve İslam dünyası yahut
en azından Sünni dünya onun etrafında birleşecek…

Aymazlığın, tarih bilmezliğin hatta din bilmezliğin bu
kadarı da ancak Neo Osmanlıcı bizim sözde Mankurt Müslümanlarda olur.

Zira Sünni Araplar dahi hiçbir zaman Osmanlı halifelerinin
halifeliğini kabul etmediler. Osmanlı halifeleri Kureyş’ten olma şartını
taşımıyorlardı. Tekraren ifade edelim ki, halifenin halife olabilmesi için
geleneksel Sünniliğe göre mutlaka Arap olması ve Kureyş kabilesine mensup
olması şarttır.

Hilafetin Yavuz’la birlikte Osmanlı’ya geçtiği görüşüne
gelince…

Bu iddia da gerçeğe pek uygunluk arzetmiyor.

Zira Osmanlı halifeleri, halifelik sıfatını pek de
önemsemediler. Hatta ilk dönem sözde Osmanlı halifeleri kendilerini halife
olarak nitelemekten imtina ettiler. Zira halifelik, onlara göre pek de mühim
bir sıfat değildi. Onlar sultan / padişah / kral idiler. Oysa halife denilen
adamlar, yüzyıllarca bir devletin koruması altında yahut bir sultanın himayesi
altında varlığını sürdüren “aciz” bir kimselerdi.

Nitekim Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in himayesine sığınan
Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah’ın durumu malumdur. Yahut büyük Türk Moğol
hakanı Hülagu’nun, halıya sarıp atlarına çiğneterek öldürdüğü hatta öncesinde
dansöz kıyafeti giydirip oynattığı bir diğer Abbasi Halifesi olan Mustasım
Billah’ın da hali tarihen sabittir.

Halifeler özellikle Abbasilerin son döneminden itibaren
neredeyse zavallı addedilecek düzeyde bir konuma sahiptiler. Böylesi itibar
kaybetmiş bir sıfatı kendilerine yakıştıramayan Osmanlı sultanları bu ünvanı
kullanmaktan imtina ettiler. Osmanlılarda halife ünvanının kullanımı özellikle
son dönem padişahları için söz konusudur. Onlar da daha ziyade savaşlar için
asker temini söz konusu olduğunda İslam beldelerinden asker toplayabilmek için
“Halife cihad ilan etti!” söylemiyle böylesi bir yola başvurdular.

Ne var ki halife ve cihad kavramları dahi Sünni Arapları
Osmanlı’dan yana olmaya yöneltemedi. Araplar, Sünni Müslüman Osmanlı yerine
çoğunlukla Hristiyan İngiliz ve Fransızları tercih ettiler.

Olası Türk halifeye günümüzde sadece Araplar değil diğer
Sünni dünya da itibar etmez. Zira onlar da Emevi Selefi anlayışın yoğun etkisi
altındalar. Emevi – Selefi – Vahhabi Sünnilik, Türkistan coğrafyasında bile
etkili olmaya başladı. Yani Türk halifeyi Türkî Sünniler bile kabul etmez!

Şii dünyasını söylemeye gerek bile yok.

Hal böyleyken halifelik sevdası ile yapılmak istenen
nedir?

Bizim cahil ve dindar halkı uyutmak ve oylarını siyasi
ranta tahvil etmektir.

Aslında Türkler samimi manada hiçbir zaman halifelik
davası peşinde olmamışlardır. Zira onlar Kureyşilik meselesine son derece
vakıftılar. Türkler gerçekte halifelik denilen kurumu ya tepelemişler yahut da
sözde himaye ederek aciz duruma düşürmüşlerdir.

En sonunda Yavuz halifeliğe tam anlamıyla son vermiş ve
ardılları da onu zaman zaman kullanabilmek için kukla bir kuruma
dönüştürmüştür.

Bu arada ifade edeyim ki bu satırların yazarının hilafete
karşı oluşunun bir diğer nedeni de kendisinin imamet kurumuna inanmasıdır. O
kurum da zaten 12. İmamla birlikte sırrolmuştur.

Gerçek şu ki ne yapılırsa yapılsın; ulus devlet çağıyla
birlikte halifelik ve benzeri sözde dinsel referanslı siyasal kurumlar geçmişin
çöplüğüne atılmış olduğundan tarihin geriye götürülmesi mümkün değildir.

Boşa hayal kurulmasın ve kimse hayal ile kendisinin
aldatılmasına izin vermesin!

Cemil Kılıç – İlahiyatçı yazar












































































Odatv.com