Hoptirinam!.
Yazı
başlığım sizleri şaşırtabilir, çünkü merhum ünlü yazarımız Aziz Nesin’in bir
kitabının adından ödünç aldım. Malum,
“Memleketin Birinde Hoptirinam!” isimli kara mizah kitabını sanırım okumayan
kalmamıştır. Halen okumayan varsa,
hemen bir tane edinip bu ayıptan bir an önce sıyrılsınlar derim! (Neyse, bu teraneyi bir de benden dinleyin!)
Efendim; evvel zaman içinde develer tellal ve
pireler hamal iken bir güzel ülke yer alırmış bu diyarlarda. Güzel ama yoksul insanların yaşamaya
çabaladıkları, eğitimleri ve sağlık hizmetleri kısıtlı, üstelik adalet
kavramının sadece adının bulunduğu bir ülke imiş burası.
Başında bir padişahın yer aldığı ve halkını ümmet
kabul eden zihniyetle yönetilen ülkenin aslına bakılırsa doğal kaynakları
zenginmiş. Ama bu kaynakları padişaha
yakın olan sarayın kulları işlettiğinden ve üstelik gelirinden de padişaha
verdikleri dışında hazineye bile vergi ödemedikleri için, yönetimden sorumlu
sadrazam ve hazineden sorumlu olan nazır hep dertlenir ve çözümler ararmış
kaynak yaratmak için.
Kaynak dediğin de nedir ki, halkın sırtına
yüklediğin vergiyi artıracaksın; örneğin Deli Dumrul gibi köprüden geçenden bir
akçe, geçmeyen ve yandan dolaşandan ise döve döve iki akçe vergi
alacaksın! Al sana hazineye kaynak
birikimi!
Tüm mali sıkıntılara karşın padişah efendinin talepleri
de bir türlü bitmez, arzuları ve hatta hırsları bir türlü doyuma
ulaşmazmış. Temsil misal, atasından
kalan tepedeki konağı beğenmemiş ve bir yabancı ülkede gördüğü gibi bilmem kaç
yüz odalı, yok yok bin küsur odalı bir saray yaptırmak istemiş. Sadrazam ise; “ Efendi Hazretleri, ben
hesaplattım, hazinenin mevcut olan kaynağı bu inşaata yetmiyormuş” deyince,
öfkelenmiş padişah. Konuşmuş; “Ben
söylerim, sen yaptırırsın!”
İyi de nasıl yapılacak? Vergileri arttırın buyurmuş padişah.
Sadrazam ne yapsın, zaten sırtındaki tek yırtık
mintanla gezen halkın sırtına bir vergi daha bindirmiş. Tabii ‘saray inşaatı vergisi’ dememiş de,
‘demokrasiyi yüceltme vergisi’ demiş.
İnşaat sürerken, halkın arasına tebdil-i
kıyafetle karışan sadrazam ve hazine nazırı, halkın öfkelendiğini ve
kızgınlığının dillerine yansıdığını filan anlamışlarmış.
Kısa bir süre sonra haşmetli padişah emir
buyurmuş sadrazama; “Şu bizim ırmağın üstüne tiz bir yeni köprü daha yapıla.”
Sadrazam duraksamış; “Muhterem devletlim,
biliyorsunuz zaten iki köprümüz vardır.
Sizlerin merhum büyüklerinin yaptırdığı, üçüncüye ne gerek vardır?”
Padişah bu; “Ben namıma uygun yeni ve büyük bir
köprü dilerim, sen de yaparsın!”
Nasıl yapılacak yeni köprü, tabii para ile. Para nerede, halka yansıtılacak yeni
vergiden dolayı gariban halkın cebinden alınacak miktarda. Yeni bir vergi konmuş. Adına ‘köprü vergisi’ diyememişler, ‘dostluk
köprüsü içindir’ demişler.
Ümmet kıvamında olsa bile, gariban ahali yememiş
bu ‘dostluk köprüsü’ uydurmasını ama ne yapsınlar. Vermek istemese de sarayın zaptiyeleri döve
döve alıyormuş.
Sadrazam bu kez sıkılmış ahalinin arasında
gezmeye ve yardımcısını salmış çarşıya.
Yardımcısı asık suratla dönmüş çarşıdan ve konuşmuş; “Tüm halkımız öfke
içinde ve ana avrat sövüyorlar hepimize !”
Sadrazam, çareyi padişaha arz etmekte bularak
huzura çıkmış. “Efendimiz, ümmetiniz
zamlanan vergilerden dolayı çok öfkeli.
Ne yapalım sizce?”
Padişah konuşmuş; “Tam zamanında geldin
Lala. Benim burada canım sıkılmaya
başlamıştı. Şimdi bana deniz kıyısında,
şöyle leb-i derya birkaç yüz odalı yazlık saray yaptır.”
Sadrazam ama efendim diyemeden, emir yinelenmiş;
“Ben söylerim, sen yaptırırsın!”
Sadrazam mecburen yeni bir vergi salmış
ümmete. Adına da ‘yazlık saray vergisi’
diyemediği için ‘temiz çevre vergisi’ demişmiş.
Halk bu zamdan nasıl etkilendi diye merak içinde
iken, gene tebdil-i kıyafet eyleyerek çarşıya çıkmış bizzat. Çıkmış ama şaşkınlıktan küçük dilini
yutuyormuş nerede ise!
Çünkü cümle ahali bir şeyler söylüyor ve gülerek
karşılıklı göbek atıyorlarmış. Sadrazam
kulak kabartmış insancıkların ne dediklerine;
“Üzerinden
asla geçemeyeceğim köprünün parası benden, hoptirinam!
Kapısından bile bakamayacağım koca sarayın
parası benden, hoptirinam!
Kıyısına bile yanaşamayacağım leb-i derya
konağın parası benden, hoptirinam!
Ve sadrazam, duyduklarını padişaha anlatmak için
bir koşu padişahın huzuruna çıkmış
“Efendim, ümmetiniz ‘hoptirinam’ deyu deyu karşılıklı oynamakta ve göbek
atarak kahkahalarla gülmektedir!”
Padişah çok memnun olmuş bu haberden ve eli ile
göbeğini kaşıyarak ve de kullarından bir tanesi olan Mehmet Şükrü Baş’ın vatanı
yücelten şiirini kendine mal ederek terennüm buyurmuş, ümmetini çok mutlu
kıldığını düşünerek tabii; “Ah bu vatan
sevgisi / Sevgilerin en yücesi / Can içinde can / Önce vatan, önce vatan!”
Erdal Akalın (02.10.2017)